26 Mayıs 2012 Cumartesi

Türkiye’nin Enerji Yoğunluğu

Enerji yoğunluğu, bir dolarlık mal ya da hizmet üretmek için tüketilen enerji miktarıdır. Bir ülkenin enerji yoğunluğunun düşük olması; üretilen mal ya da hizmetin daha az enerjiyle elde edilmesi anlamına gelir. Türkiye’nin kişi başına düşen enerji tüketimi OECD ortalamasının yaklaşık beşte biri olmasına karşın, Türkiye’nin enerji yoğunluğu OECD ortalamasının iki katıdır. Başka bir deyişle; Türkiye bir dolarlık mal ya da hizmet üretmek için OECD ülkelerinde kullanılan enerji miktarının iki katı enerji kullanmaktadır. Türkiye’nin enerji yoğunluğu AB ülkelerinin yaklaşık iki buçuk, OECD ülkelerinin ise iki katıdır. Ülkemizde, bina sektöründe yüzde 30, sanayi sektöründe yüzde 20 ve ulaşım sektöründe yüzde 15 olmak üzere önemli düzeyde enerji tasarruf potansiyeli olduğu tespit edilmiştir10. Ulaşım sektöründe gerçekleştirilecek yüzde 15’lik elektrik tasarruf potansiyeli, 6,5 milyar TL’lik doğal gaz santrali yatırımını önleyebilir. Binaların ve işletmelerin ısıtma ve soğutmasında yüzde 35 ve ulaşımda yüzde 15 tasarruf sağlandığında yılda 1,4 milyar dolarlık petrol ve doğal gaz ithalatına ihtiyaç kalmayabilir11. Sanayi, bina ve hizmet sektörleri, toplam nihai enerji tüketimi ve verimlilik potansiyellerinin yüksek olması sebebiyle öncelikli sektörlerdir. Enerji yoğunluğunun düşürülmesi amacıyla Türkiye’de bazı adımlar atılmaya başlanmıştır. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın 2010-2014 Stratejik Planı’nda “Yürütülen ve planlanan çalışmalar kapsamında birincil enerji yoğunluğunun 2023 yılına kadar, 2008 yılına göre yüzde 20 oranında düşürülmesi hedeflenmektedir” ifadesi yer almaktadır. Ayrıca çimento, tekstil, seramik, kağıt, gıda, içecek, otomotiv, ilaç ve plastik sektörlerinden 11 sanayi kuruluşu üç yıl içinde enerji yoğunluğunu yüzde 10 düşürmek ve 2010 yılından itibaren yürürlüğe konulmak üzere Elektrik İşleri Etüd İdaresi ile gönüllü anlaşma yapmıştır.

25 Mayıs 2012 Cuma

Türkiye’de Enerji

Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde, kişi başına düşen enerji tüketimi kalkınma hamlelerine paralel olarak artmaktadır. Türkiye’de enerji faaliyetleriyle oluşan emisyonların toplam emisyonlardaki payı 2008 yılında yüzde 76’dır3. 2008 yılı itibariyle, karbondioksitin sera gazı emisyonlarındaki payı yüzde 81, enerji kaynaklı emisyonlardaki payı ise yüzde 91’dir. 1990 yılında sanayi sektöründe kullanılan enerjiden kaynaklanan sera gazı emisyonları yüzde 27 ile en yüksek paya sahip iken, yıllar içinde elektrik sektörünün payı artış göstermiştir. 2008 yılında elektrik sektörünün emsiyonları yüzde 39’a ulaşmış ve elektrik Türkiye’nin toplam emisyonlarında en fazla paya sahip sektör haline gelmiştir. Elektrik sektörünün emisyonlardaki sorumluluk payının artmasına neden olan etmenlerden biri, Türkiye’nin enerji ihtiyacına paralel olarak artan elektrik üretimidir. Bununla birlikte; enerjinin gereken ölçüde verimli kullanılmaması da emisyonların sürekli olarak artmasına neden olmaktadır. 2008 yılında Türkiye’de toplam birincil enerji tüketimi 106,3 milyon TEP4 , üretimi ise 29,2 milyon TEP olarak gerçekleşmiştir. Enerji arzında yüzde 32’lik pay ile doğal gaz ilk sırayı alırken, doğal gazı yüzde 29,9 ile petrol, yüzde 29,5 ile kömür izlemiş, yüzde 8,6’lık bölüm ise hidrolik dahil olmak üzere yenilenebilir enerji kaynaklarından karşılanmıştır5. Yapılan projeksiyonlara göre birincil enerji tüketimimizin, referans senaryo çerçevesinde, 2020 yılına kadar olan dönemde de yıllık ortalama yüzde dört oranında artması beklenmektedir6. Avrupa ile kıyaslandığında bu artış, Türkiye için olumlu gözükse de aradaki farkın ana nedeni ülkedeki büyük ölçekli hidroelektrik santralleridir. Hidroelektrik santrallerinin sera gazı emisyonu az olmasına rağmen, su yataklarında oluşan sorunlar nedeniyle uygulanabilirliği tartışma konusudur. Bu rakamlar, yenilenebilir enerji kaynaklarının düşük oranda kullanıldığını gösterir. 2006 yılında, kişi başı sera gazı emisyonu değeri 4,55 ton karbondioksit eşdeğeridir. Avrupa Birliği’ne üye olan 27 ülkenin ortalaması ise 10,4 tondur.7 Türkiye’nin kişi başına düşen enerji tüketimi ise Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) ortalamasının yaklaşık beşte biridir. Buna karşın, Türkiye’nin enerji yoğunluğu OECD ortalamasının iki katıdır. Türkiye’nin kişi başına düşen sera gazı emisyonu gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında düşük olsa da, enerji yoğunluğu oldukça yüksektir ve düşük karbon ekonomisine geçişte yoğunluğun azaltılması büyük önem taşır. 2000-2009 yılları arasında yapılan toplam ihracat 706 milyar dolar, toplam ithalat 1.083 milyar dolar, ham petrol, doğalgaz ve kömür ithalatı 154 milyar dolar olmuştur. Bu maliyetlere motorin, benzin ve fueloil dahil değildir. 8 377 milyar dolar olan dış ticaret açığının yüzde 41’i enerji ihtiyacından kaynaklanmıştır. Aynı zamanda, ihracat arttıkça enerji ithalatı artmaktadır. Türkiye’nin son 10 yıllık performansına bakıldığında dış ticaret açığımızın yarısı, yani 154 milyar dolarlık tutar enerji ithalatından kaynaklanmaktadır.9

23 Mayıs 2012 Çarşamba

Enerji Verimliliğinin İklim Değişikliğiyle Mücadeledeki Rolü

Atmosferdeki sera gazı emisyonlarının yüzde 77’si, petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların yanmasıyla oluşur. Günümüzde, başlıca sera gazlarından olan karbondioksitin atmosferdeki miktarı, doğanın kabul edebileceği miktardan çok daha hızlı artmaktadır. Bunun sonucunda, yeryüzünün ortalama sıcaklığı geçtiğimiz yüzyıl içinde 0,7 °C artmıştır. Enerji üretiminde ve tüketimindeki tüm süreçlerde açığa çıkan emisyonlar, iklim değişikliğinin en önemli nedenidir. Buna ek olarak kömür ve doğal gaz gibi yakıtların kullanımı, sera gazlarının yanı sıra azot oksitler ve sülfür oksitler gibi zehirli gazlar açığa çıkarmakta, bu gazlar asit yağmuru gibi birçok sağlık ve çevre sorununa neden olmaktadır. Enerji ihtiyacını, dolayısıyla emisyonları azaltmanın en ekonomik ve etkin yolu enerji verimliliğidir. 2010-2030 yılları arasında; ulaşım, binalar ve sanayide verimlilik sağlanması ve yeni teknolojilere yönelik 8,3 trilyon dolarlık yatırımın gerçekleşmesi durumunda; aynı dönemde küresel ölçekte 8,6 trilyon dolar tasarruf edilebilecektir2. Başka bir deyişle, verimlilik için yapılan yatırım kendi kendini karşılamaktadır. İklim değişikliğiyle mücadelede vazgeçilmez öneme sahip olan enerji verimliliği, artan enerji ihtiyacı için doğal kaynakların tahribini önlemenin yanı sıra ekonomik açıdan da kârlıdır. WWF-Türkiye tarafından yayınlanan ‘İklim Çözümleri 2050: Türkiye Vizyonu’ adlı raporda da belirtildiği üzere, 2020-2025 yılları itibariyle nüfus ve kalkınma düzeyi artarken, enerji verimliliği sayesinde tahmini talep yılda yüzde 39 oranında azaltılabilir. Enerji verimliliği ve düşük karbon ekonomisine uygun enerji türleri kullanılarak bir yandan kalkınma ve refah seviyesinin artması sağlanırken, diğer yandan yoğunluğu düşük ve fosil kaynaklı olmayan enerji biçimlerinin yaygınlaştırılması mümkün olabilir. Enerji arzında güvenliğin sağlanmasında, yüzde 73’ler seviyesinde olan dışa bağımlılık oranı ve bundan kaynaklanan risklerin azaltılmasında ve iklim değişikliğiyle mücadelede etkinliğin artırılmasında, enerjinin üretiminden kullanımına kadar tüm süreçte verimliliğin sağlanması, israfın önlenmesi ve enerji yoğunluğunun azaltılması büyük bir önem taşımaktadır. Sürdürülebilirlik penceresinden baktığımızda, enerji tüketimindeki artış en aza indirilirken, refah seviyesinin yükseltilmesi düşük karbon ekonomisiyle mümkündür. Enerji yoğunluğunu azaltırken, ekonomik büyümeyi dengelemek ve enerji tüketimini azaltmak, hükümet politikalarında önceliklendirilmelidir. Karbon yoğunluğunun düşürülmesini hedefleyen politikalar yerel, ulusal ve küresel ölçekte benimsenmelidir. Avrupa Birliği (AB) için enerji verimliliği, enerji ve iklim politikasının en önemli bileşenlerindendir. Ekonomik gelişim sağlanırken enerjinin azaltılmasının mümkün olabileceği artık bir teori değildir. Örneğin, AB ülkeleri için potansiyel önlemler ve mevcut teknolojiler verimli bir şekilde uygulandığında, yıllık en az yüzde üç enerji üretkenliği sağlanabilir. Aynı şekilde AB’de enerji tüketiminde yüzde 20-30 düzeyinde kazanım herhangi bir ekonomik maliyet olmaksızın sağlanabilir. Bu durum artan petrol fiyatlarıyla karşılaştırıldığında ekonomik kazanım olarak da yorumlanabilir. AB’nin, 2008 Aralık’ta yenilediği ve kısaca 20/20/20 olarak açıkladığı iklim ve enerji ile ilgili hedefleri; 2020’ye kadar, 1990 rakamlarına göre, yüzde 20 sera gazı emisyonu azaltımı, enerji verimliliğinde yüzde 20 artış ve enerji kullanımında yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 20’ye çıkarılması şeklindedir. AB’de enerji sektöründe 2020’de yıllık değeri 60 milyar Euro olan ve Almanya ve Finlandiya’nın enerji tüketimine eş değer olan yüzde 20 oranında enerji tasarrufu sağlanması beklenmektedir. Böylece, enerji verimliliğini artırarak enerji güvenliği sağlanacak ve emisyon azaltım taahhüdünün yarısına ulaşılacaktır

21 Mayıs 2012 Pazartesi

TURKEY’S ENERGY PROFILE

With a rapidly growing economy Turkey has become one of the fastest growing energy markets in the world. Turkey has been experiencing rapid demand growth in all segments of the energy sector for decades. Recent forecasts indicate that the growth trend of 6-8 % per year will prevail in the energy sector in the following years. The primary energy consumption, which reached around 92 million tons of oil equivalent (toe) in 2006 will rise to 126 million toe in 2010 and 222 million toe in 2020. The limits of Turkey’s domestic energy sources in light of its growing energy demand have resulted in dependency on energy imports, primarily of oil and gas. At present, around 30 % of the total energy demand is being met by domestic resources, while the rest is being satisfied from a diversified portfolio of imports. Turkey attaches utmost priority to further diversification of imports in both type and origin. Exploration and production activities are also being intensified in this context. Turkish energy policy has made impressive progress after the Helsinki Summit of 1999 where Turkey was declared a candidate for accession to the EU. Turkey attaches great importance to more efficient and rational functioning of the energy sector for promoting the competitiveness of the national economy. Substantial progress has been achieved in restructuring and liberalizing the Turkish electricity and gas markets in pursuance with the EU Directives for the purpose of integration with the EU Internal Energy Market, since the enactments of the Electricity and Natural Gas Market Laws in 2001. With the Petroleum and LPG Market Laws, competition oriented mechanisms has been put into place. An independent regulator, The Energy Market Regulatory Authority (EMRA) has been established to be in charge of regulation and supervision of the electricity, gas, petroleum and LPG markets. Concerning renewable energy sources, the Law on the Utilization of Renewable Energy Sources for the Purposes of Generating Electricity has been adopted in 2005 for promoting electricity production from the renewable energy sources in liberalized energy markets. In order to use energy efficiently, prevent waste, mitigate the burden of energy costs on the economy, and increase the efficieny in the use of energy resources and to protect the environment, the Energy Efficiency Law was enacted on 2 May 2007. Turkey aims at fullly utilizing its indigenous hard coal and lignite reserves, hydro and other renewable resources such as wind and solar energy to meet the demand growth in a sustainable manner. Integration of nuclear energy into the Turkish energy mix will also be one of the main tools in responding to the growing electricity demand while avoiding increasing dependence on imported fuels. Nuclear power plants corresponding to a total installed capacity of 5000 MW are expected to be commissioned after 2012.