28 Aralık 2012 Cuma

En verimli ısınmanın kuralları....


Kışın evlerimizde yaktığımız yakıtları kurallarına göre kullanmadığımızdan dolayı her yıl trilyonlara varan milli gelirimiz boşa gidiyor.
 
Kış aylarında ortaya çıkan bu acı tablonun ancak düzenli bir şekilde alınacak tedbirlerle giderilebileceği ifade ediliyor. Ailelerin bu konuda oldukça hassas davranması gerektiği belirtilirken uyulması tavsiye edilen kurallar şunlar:
* İdeal yakmayı sağlamak, sobanın tütmesini ve bacanın kurum tutmasını önlemek için soba, baca deliğine en yakın yere, en az dirsek ve en az boru kullanılarak kurulmalı.
* Isıdan en verimli bir biçimde faydalanmak için duvar ve soba arasında en az 50 santimetre bırakmak daha uygun olur.
* Sobanın arkasına koyacağınız parlak ve ısıya dayanıklı yansıtıcı bir lehva odanızın daha iyi ısınmasını sağlayacaktır.
* Soba kurulmadan önce sobanın içerisi, boru, dirseklerle baca çok iyi temizlenmelidir. Çünkü ileride çok tehlikeli yangınlara yol açabilir.
* Alacağınız kömür kaliteli, kükürt oranı düşük ve kalori değeri fazla olmalı. Çünkü kaliteli 1 ton kömür kalitesiz 3 ton kömüre eş değer ısı verir.
Uzmanlar, evlerde enerji tasarrufunu en üst seviyeye çıkarmak için, koridor, hol ve tuvalet gibi yerlerde 40 wattan yukarı ampul kullanmanın gereksizliğine işaret ediyorlar. Yemek pişirilirken fırın kapağının açılmaması uyarısını da yapan uzmanlar, kapağın açılmasının üç kat fazla enerji tüketimine neden olacağını belirtiyorlar. Uzmanların, “Enerji koruyucu lambalar kulanın. Böylece aydınlatma maliyeti yüzde 80 civarında azaltılabilir. Camları ve ampulleri temiz tutun, duvarları aydınlık renge boyayın. Çok sayıda lamba yerine güçlü tek lamba kullanın. Ev aletlerini kullanmadığınız zamanlarda fişten çekin” uyarısında bulundu.

Doğalgazda tasarruf yolları :
Camların ısıcam olması kışın yüzde 40-50, yazın yüzde 15 tasarruf sağlar.
Radyatörlerin üzerinin estetik nedenlerle kapatılmaması gerekiyor.
Pencere ve kapı izalosyonunun yapılmasının bütçeye katkısı yüzde 15.
Konutlarda kalın ve pencereyi tamamen kapatan perdeler kullanılması ısı kaybını azaltır.
Termostatların kapı, pencere ve ısı veren aletlerin uzağına monte edilmesi gerekiyor.
Bina izolasyonunun tam olması halinde yüzde 10-20 arasında tasarruf mümkün.
Doğalgaz sobasının filtrelerinin ayda bir kez temizlenmesi yakıt ve ısı tasarrufu sağlıyor.
Bacalı cihazlarının dolap içerisine yerleştirilmesi cihazın verimini düşürüyor.
Kuru havada soğuk daha çok hissedileceği için odaların nemlendirilmesi gerekiyor. 



26 Aralık 2012 Çarşamba

Evlerde Doğalgaz Tasarrufu Yapmanın 7 Yolu!


Evlerimizde kullandığımız enerjinin daha verimli kullanılmasıyla ilgili yazılarıma devam ediyorum. Bugün doğal gaz faturamızı nasıl azaltabileceğimize bakacağız. Günden güne artan hayat pahalılığı ve ülkemizin enerjide dışa bağımlı olması ve tabi ki artan yakıt fiyatları insanları tasarruflu olmaya itmiştir.

Son yıllarda yaygınlaşan doğal gazla çalışan cihazlar ve doğal gazla ısınma konusu aile bütçelerine ciddi anlamda yük olmaya başlayınca doğal gaz faturamızı azaltmanın yollarını aramak da mecburi olmuştur.

Maddeleri sıralamaya başlıyorum...

1. Yalıtım Yalıtım...

En önemli konu. Eğer binanız yalıtımsızsa yalıtım yaptırmak mevcut ısı kayıplarınızı %50' lere varan oranlarda azaltacağından ısınmak için harcayacağınız doğal gaz veya genel olarak yakıt diyelim, azalacaktır.


Ancak tabi ki bu madde pratik olmayan bir adımdır ve belirli bir yatırım gerektirir. Yine de yalıtım için yapacağınız masraf kısa sürede kendini amorti edeceğinden yapılması ilk düşünülmesi gereken adım olmalıdır.

yalitim
Yalıtımın önemini gösteren bir görsel...

2. Kombi ve Kazanlarımız verimli seçilmeli bakımlarını yaptırmalıyız...

Yine oldukça önemli bir adım. Her kış başında mutlaka bireysel ısıtma yapıyorsak yani ısınmak için kombi kullanıyorsak kombi bakımlarını, merkezi ısıtma ile ısınıyorsak kazan bakımlarımızı yaptırmalıyız.

Bu madde mevcut problemleri ortadan kaldırmamızı ve gereksiz yakıt parası ödemememizi sağlar. Ayrıca eğer cihazlarda bir problem varsa önceden giderilmesini de sağlamış oluruz. Kış ortasında sıkıntı yaşamayız. :)

Bir önemli konuda eğer merkezi sistem ısıtmamız varsa, Kazan dairesinde kazandan çıkan ve giren su boruların izolasyonlu olmasına önem verilmelidir. Çünkü borudaki su dairelere gidene kadar en az ısı kaybıyla gitmelidir. Böyle olursa daha verimli bir ısıtma olur ve kazanımız daha az çalışır.

3. Termostatik Vana

En sevdiğim madde. :) Kimle, evlerde enerji tasarrufu konusu ile ilgili konuşsam ilk söylediğim şey radyatörlere termostatik vana takın oluyor. Çünkü termostatik vanalar sıcaklığa karşı hassas olarak geliştirilmiş vanalardır. Suyun radyatörlerimize geçişini, odamız için ayarladığımız sıcaklığa erişilince kısar ve tamamen kapatır. Bu da o radyatöre sıcak su akışının durması ve kombi veya kazanların daha az çalışmasını beraberinde getirir. Oda, ayarladığımız sıcaklığın altına düştüğünde vanayı yavaş yavaş açarak su akışını tekrar sağlar.

termostatik vana
Termostatik Vana

Radyatörlerimize, sadece termostatik vana takarak %20'lere varan oranlarda doğal gaz tasarrufu yapabiliriz. Ancak şunu belirtmemde fayda var, termostatik vanalar normal vanalardan biraz daha pahaldır. Yani bu adım belirli bir yatırım gerektirir. Fakat doğal gaz tasarrufu yaptırdığı için kendini kısa sürede amorti eder.

3. Kombiler sürekli düşük ayarda çalışmalıdır.

En çok düşülen yanlış, evde olmadığımız zaman kombilerin kapatılmasıdır. Kapatılan kombi evin soğuması ve sıcaklığın düşmesi demektir. Dolayısıyla evlere gelinip kombi tekrar açıldığında, kombi odayı veya evi istenen sıcaklığa getirmek için çok daha fazla çalışacak ve çok doğal gaz harcayacaktır. Bu da faturaya direk yansıyacaktır.

Olayı şöyle örnekleyeyim;

Bir evin sıcaklığı 14 derecelerden, olması gereken 20-22 derecelere gelmesi ile 18-19 derecelerden 20-22 derecelere gelmesi için geçen kombi çalışma farkını doğal gaz ücreti olarak faturanıza ekleyebilirsiniz... :)

Kombilerimiz evde olmadığımız zamanlarda en düşük ayarlarda sürekli çalıştırmalıyız.

4. Pencere ve Kapılar İzole Edilmeli

Evet. Küçük ancak etkili bir adım. Evlerimizde pencere ve dış kapılardan sızıntı yoluyla ciddi miktarda ısı kaçar. Buda ısınmamızı direk etkileyen bir durumdur. Kapı ve pencerelerimizi, artık oldukça yaygın olarak her yerde bulabileceğimiz izolasyon bantlarıyla hemen yalıtıp, sızıntı yoluyla kaçan ısıyı engelleyebiliriz. Dolayısıyla ısınmak için kullandığımız doğal gazı azaltabiliriz. Aşağıda izolasyon bandını görüyoruz. :)

kapı izolasyon bandı
İzolasyon Bandı

5. Radyatörlerin arkasına yansıtıcı levhalar konulmalı.

Çok basit ancak uygulanmayan önemli bir madde.

Mümkünse radyatörlerimizin arkasına yansıtıcı levhalar koymak, o bölümde bulunan ısının bir miktarının dış duvarı ısıtmasının önüne geçer. Isıyı direk olarak odaya yayar. Buda ısı kayıplarını önleyen bir maddedir.

Eğer radyatörlerimizin arkasında yeterli miktarda yer varsa, yansıtıcı levha koymayı düşünmeliyiz.

Ayrıca iyi bir ısı geçişi için radyatörlerimizin üstlerini, önünü mümkünse boş bırakmalıyız. Gündüzleri güneşten yararlanmalıyız. Bunu da söylemeden geçmek istemedim.

yansitici levha
Yansıtıcı Levha

6. Ortam nemlendirilmeli

Ortamdaki kuru hava, bizi hem rahatsız eder, hem de ortam sıcaklığını daha az hissetmemizi sağlar. Ortam sıcaklığını daha az hissedersek rahatsız olur ve kombi ayarlarımızla oynarız. Sıcaklığı arttırırız. Oysa ki ortam nemli olursa mevcut sıcaklığı olduğundan daha fazla hissederiz. Bu da kombi ayarlarıyla oynamamızı sağlar. Bu durum sağlık açısından, özellikle solunum yollarındaki durumlar için de önemlidir.

 7. Odalarımızı gereğinden fazla ısıtmamalıyız...

Çok sık düştüğümüz bir hata. Odalarımızı olması gerekenden fazla ısıtırsak bu bize direk olarak doğal gaz faturasının artması şeklinde geri döner.

Oturma odalarımızda insanların ne üşüyecekleri ne de terleyecekleri sıcaklık 20-22 C derece olarak belirlenmiştir.(20 Derece) Bu noktada şu bilgiyi hemen yinelemek istiyorum. Ortam sıcaklığını her 1 C(derece) arttırdığımızda tüketilen yakıt miktarı %6-7 arasında artmaktadır.

Yani biz olması gereken sıcaklık 21 C için 100 birim gaz harcıyorsak, sıcaklığımızı 26 C yaparsak 130 birim gaz harcarız. Dolayısıyla faturamızı kabartırız.

Tabi ki ortam sıcaklığını ayarlamak sizin insiyatifinizde. Ben 24 C'de rahat ediyorum derseniz, size kimse karışamaz. :) Ancak şunu belirtmemde fayda var. Konutların ısı hesapları ve kalorifer hesapları yapılırken oturma odaları için değerler 20 C'ye göre projelendirilir.

24 Aralık 2012 Pazartesi

EVLERDE ENERJİ VERİMLİLİĞİ



Ülkemizde konutları ısıtmak ve soğutmak için kullanılan enerjinin payı,
diğer alanlarda kullanılan toplam enerji içinde önemli bir paya sahiptir..
Bu nedenle, evlerimizi ve çalıştığımız ortamı ısıtmak veya bazen de
soğutmak için harcadığımız enerjiden tasarruf edebilmek için, iç ortam
ısısını korumak üzere önlem alınması gereklidir. Üretilen ısının verimli
olarak kullanılabilmesi, evlerdeki ısı kayıplarını azaltarak diğer bir deyişle
ısı yalıtımı ile mümkündür. Binaların yalıtılmasıyla % 25’ten % 50’ye
varan oranlarda yakıt tasarrufu ve daha iyi ve sağlıklı bir ısınma
sağlandığı için de konfor seviyemiz artacaktır. Bu bölümde bir birey
olarak evinizde uygulayabileceğiniz basit yalıtım ve tasarruf
önlemlerinden söz edilmiştir.

*******************************************


• İlk olarak alınacak önlem, binamızı yapısal olarak ısı tasarrufu
sağlayacak şekilde yalıtmamızdır. Binanın dış hava ile temasta
olduğu çatı, dış duvarlar, kapı ve pencerelerin daha az ısı
geçirgen hale getirilmesi; dış duvarlara dışardan veya içerden ısı
yalıtımı yapılması ve pencere sistemlerinin iyileştirilmesi ile
mümkündür. Yüksek masraf gerektiren bu husus binanın en az
30 yıllık kullanım ömrü boyunca daha az enerji ile ısıtılmasını
sağlayacaktır.
• Çatılar uygun özellik ve kalınlıktaki yalıtım malzemeleri ile
yalıtılmalıdır. Bölgelere göre 5 ila 10 cm arasında uygun bir
yalıtım malzemesi ile yalıtılan bir çatı, % 10–15 civarında bir
enerji tasarrufu sağlamaktadır.
• Sızdırmazlığı ve ısıl geçirgenliği iyi sağlanmış pencerelerin,
yaklaşık % 15–20 oranında bir enerji tasarrufu sağlayacağı
unutulmamalıdır.
• Pencere camlarının 12 mm aralıklı çift cam yaptırılması
durumunda camlardan oluşacak ısı kayıpları yarı yarıya
azalmaktadır. İlave olarak camların özel kaplamalı (low-e)
yapılması, bu ısı kaybını bir miktar daha düşürmektedir.
Ülkemizde tüm iklim koşullarında çift cam yaptırılması önemli
kazançlar sağlamaktadır. Evinizde bir tadilat yaptıracaksanız çift
cam konusuna öncelik verin.


• Pencerelerdeki hava sızıntılarını en aza indirin. Pencere
kanatlarının doğramayla birleştikleri yerleri yalıtım süngeri ile
kapatın. Pencere ve kapıların sızdırmazlığı iyi bir şekilde
sağlanmamış ise, evdeki ısının dörtte birinin kaybına neden
olabilmektedir.
• Yine aynı şekilde pencere ve kapı doğramaları ile duvar arasında
bir sızıntı varsa, mutlaka dolgu malzemeleri (alçı, sıva, macun,
silikon vb.) ile kapatın. Kırık pencere camlarını değiştirin, ya da
sızdırmaz şekilde bantlayın. Ayrıca gevşek camları macunlayın.
• Eğer pencerelerde panjur ve kepenk yoksa çift cam da
yaptıramıyorsanız, şeffaf naylon tabaka ile içten veya dıştan
koruyucu bir örtü oluşturun. Burada dikkat etmeniz gereken nokta
örtü ile cam arasının sızdırmazlığının sağlanmasıdır. Aksi
durumda camlarda buhar yoğuşması sorunu ortaya çıkmaktadır.
• Kullanılacak mekanın büyüklüğüne uygun kapasitede ısıtıcı ve
soğutucu seçin ve kullanmadığınız mekanları, boşu boşuna ısıtıp
soğutmayın.
• Apartman giriş kapılarını kapatın. Çift kapı veya otomatik kapama
sistemi uygulamaları ısının korunması için en kullanışlı
yöntemlerdir.

• Konutlarda ısıtılmayan/soğutulmayan mahallere açılan kapıları
(hol, banyo, wc vb.) sadece kullanılması gerektiği zaman ve kısa
süre ile açık tutun.
• Kışın içinde yaşanılan ortam sıcaklığını gereğinden fazla
yükseltmeyin. Oturma odaları için 19–21ºC arası, yatak odası için
16–18ºC arası uygun sıcaklıklardır. Ortam sıcaklığındaki 1ºC’lik
azalma, yakıt tüketiminin % 5–7 arasında azalmasını
sağlamaktadır.
• Yazın soğutulan hacimlerin sıcaklıklarının dış hava sıcaklığından
10 ºC”en fazla fark oluşturmamasına dikkat edin. Yazın iç ortam
sıcaklığını 24 ºC’nin altına düşürmeyin.
• Evdeki sıcaklığın çok fazla olduğu durumlarda; pencereleri
açmak yerine ısıtıcının ayarlarını düşürün. .
• Isıtılan mekanları, ısıtıcıların üzerine su dolu kaplar koyarak v.b.
nemlendirin. Ortam havası aşırı kuru ise, havayı % 50–55
oranında nemlendirmek kendimizi daha iyi hissetmemize neden
olur.
• Kış aylarında, gündüzleri güneş ışığını doğrudan alan camları
daha iyi ışık alacak şekilde temizleyiniz. Güney, doğu,
güneydoğu, güneybatıya bakan pencerelerin perdelerini açık
tutun. Kuzeye bakan pencerelerin perdelerini ise (varsa panjurlar,
kepenkler) kapalı tutun.

• Yaz aylarında ise doğrudan güneş alan pencereleri mümkünse
dışarıdan gölgelendirin; bu mümkün değilse mutlaka perde,
panjur v.s. ile kapatıp güneş ışınının iç ortamı ısıtmasını
engelleyin.







Enerji Hanım’ 4 milyar dolar kazandıracak


ODAĞINDA kadınların olduğu, enerji tasarrufuna yönelik sosyal sorumluluk 

projesi ‘Enerji Hanım’ tanıtıldı. Emine Erdoğan’ın tanıtımını yaptığı projede “enerji toplayarak” kadınların yılda bir çeyrek altın, ülke ekonomisinin ise 4 milyar dolar kazanması hedefleniyor.






BAŞBAKAN Tayyip Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlğı ile Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı tarafından hayata geçirilen ve odağında kadınların olduğu, enerji tasarrufuna yönelik sosyal sorumluluk projesi ‘Enerji Hanım’ı tanıttı. Ev kadınlarından enerjiyi ekonomik kullanmaya davet eden Emine Erdoğan, apartman yöneticilerine da çağrıda bulundu ve akşamları daha ucuz olan saatlerde çamaşır yıkayıp elektrikli süpürge kullanarak, hem kendi bütçelerine hem de ülke ekonomisine katkıda bulunmak isteyen apartman sakinlerinin talipleri doğrultusunda düzenlemeye gitmelerini salık verdi.
20 BİN KADINA EĞİTİM
2013 yılında, 20 ilde 20 bin kadına verilecek eğitim programı ile kadınların tasarruf konusunda bilinçlendirileceği ve “Enerji toplayarak” kadınlara yılda bir çeyrek altın, ülke ekonomisine de 4 milyar dolar kazandırması beklenen “Enerji Verimliliği Kampanyası”, yılda 200 tam teşekküllü hastane, 1000 okul demek. Çırağan Otel’de Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin’in de katılımıyla düzenlenen basın toplantısıyla tanıtıldı. Projeye destek veren Emine Erdoğan, tasarruf konusunda bilincin aile başladığına dikkat çekip, “Ailede bilinçli bir şekilde tüketmeyi öğrenmek, bunu ailenin diğer fertlerine öğretmek, öncelikle annelere” düşüyor diyerek, kadınlardan kampanyaya destek istedi. Erdoğan, şunları söyledi: “Dünya nüfusunun yüzde 10’dan fazlası, 900 milyon kişi, günlük 1 doların, dünya nüfusunun yaklaşık yarısı, yani 3 milyar kişi, günlük sadece 2.5 dolar, dünya nüfusunun yüzde 80’i, yani 5 milyar kişi de, günlük 10 dolar ve altı harcama yaparak hayatlarını sürdürüyor. Dünya genelinde, en yoksul yüzde 40, gelirin yüzde 5’ini kullanıyor. Buna karşılık dünya genelinde en zengin yüzde 20, dikkat ediniz, gelirin yüzde 75’ini kullanıyor. Bir başka ifadeyle, dünyanın elinde 100 lira varsa, 5 lirasını 40 kişi, 75 lirasını da sadece 20 kişi paylaşıyor. UNICEF verilerine göre, her gün, 22 bin çocuk açlıktan dolayı hayatını kaybediyor.
En iyimser tahminlere göre, dünyada, ilkokul çağındaki 72 milyon çocuk okula gidemiyor ve bunların yüzde 57’si de kız çocuklarından oluşuyor. 1 milyardan fazla kişi, temiz ve yeterli su imkanından uzak. Şu anda dünyamızda, 2,2 milyar kişi, yemek pişirmek için odun, kömür ve hayvanlardan elde edilen biyolojik yakıtı kullanıyor. Dünya nüfusunun neredeyse 4’te biri, elektrik enerjisine sahip değil.”
SORUMLULUK BİZİM
Bizler, ışıl ışıl aydınlanmış şehirlerde, parlak vitrinlerin önünden geçerken, her türlü elektrikli aracı kullanırken, hayatında hiç elektrik düğmesine basmamış, hiç ocak görmemiş milyonlarca kadın var. Bizim inançlarımız, böyle bir eşitsizliğe, böyle bir adaletsizliğe göz yummayı asla onaylamaz. Dünya üzerindeki bu eşitsizliğe, bu adaletsizliğe karşı yürütülecek en önemli mücadele, tasarruftur. Elimiz ocağın düğmesine her gittiğinde, hiç ocak görmemiş, odundan, tezekten başka enerji kaynağı kullanmamış kardeşlerimizi hatırlamak zorundayız. Bir çamaşır makinesinin, bir bulaşık makinesinin düğmesine basarken, dünyadaki kaynakların adaletsiz dağıtımından ve açlıktan dolayı hayatını kaybeden masum yavruları düşünmek zorundayız. İsraf edilen her birim enerjinin, dünyamızda yok olan ağaçlar, kirlenen sular, eriyen buzullar demek. Tasarruf, tamamen kişisel bir sorumluluktur. Hiç kimse, bu sorumluluğu başkasına yükleme lüksüne sahip değil.  Kendi vicdanımızla yüzleşerek, çocuklarımızın ve  dünyanın geleceğini düşünerek, bu tasarruf hareketini büyütmek ve çoğaltmak durumundayız.”
Tencere alırken dibine bakın
AİLE ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin de, en büyük elektrik tükecilerinin aileler olduğuna dikkat çekip, 120 mektrekarelik evde, 4 kişilik ailenin yılda 8 bin kilovatsaat enerji harcadığını belirtti. Şahin, küçük tiyolar da verdi: “Alacağınız tencerenin tabanına dikkat edin. Yemeği buzdolobına sıcak koymayın. Çıkardığınızda da, oda sıcaklığına geldikten sonra ısıtın.” Şahin, “Bazı apartmanlarda çamaşır makinesini gece kullanmak yasak” denmesi üzerine de “Bizim apartmanımızda böyle yasak yok” dedi.
Elektriği gece daha ucuza kullanın
ENERJİ Bakanı Taner Yıldız da, elektiğin akşam saatlerinden sabaha kadar daha ucuz olduğunu ve kadınların ev işlerini bu saatler arasında yaparak aile ekonomilerine katkıda bulunmasını isterken, Başbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan, elektriğin gece ucuz olduğunu, kendisinin de bilmediğini, bu bilginin yaygınlaştırılmasının, enerji tasarrufuna katkıda bulunacağını ifade etti. Emine Erdoğan, bazı apartman ve site yöneticilerinin  gece ses çıkaran çamaşır makinesi ve elektrik süpürgelerinin kullanımına kısıtlama getirdiğinin hatırlatılması üzerine, apartman ve site yönetimiyle konuşarak, çözüm bulunması gerektiğini söyledi. Bakan Yıldız da, çamaşır makinalarının artık daha sessiz çalıştığını, belirtip, “Ama süpürgeyi önce yapabilir” dedi.

19 Aralık 2012 Çarşamba

Bunları Biliyor musunuz ?

  • Ülkemizde sanayi, konut ve ulaştırmada kullanılan enerji %70-75 oranında ithalat yoluyla karşılandığından dolayı Türkiye hali hazırda enerji kaynakları yönünden oldukça fakir ülkeler arasında yer almaktadır.
  • Tesisinizde varolan yüksek ısıl değerlere sahip atık ısılarınızın enerji cinsinden değerini ve bunların değerlendirilebilme etüdünü yaptırmanız, Firma’nıza geri ödeme süresi minumum olan yatırımlara dönüşebilir. Böylece firmanız kazanırken, çevremize de ekzoz emisyonların azaltımı konusunda çok değerli katkılar sağlamış olursunuz.
  • Çimento Sektöründe klinker üretimi ön ısıtma ve klinker soğutma prosesi esnasında atmosfere atılan yüksek debi ve kalorifik değere sahip gazların ısı enerjisini kullanarak üreteceğiniz elektrik enerjisi ile tesisinizin tam kapasitedeki elektrik ihtiyacının yaklaşık %30'luk kısmını karşılayabilirsiniz.
  • Tesisinizde birim üretim başına yaptığınız enerji sarfiyatının etüdünü yaparak bunu asgariye indirecek alternatif çözümler üzerine bir etüd hazırlamanız veya hazırlatmanız enerji sarfiyatlarınızı azaltmaya atacağınız ilk altın adım olacaktır.
  • Tesisiniz içinde belirli kademelerde uygulamaya girecek bir enerji verimliliği stratejisi oluşturmanız enerji verimliliği bilincinin uyandırılmasının en temel adımlarından biridir.
  • Bağımsız üretim noktalarını azaltarak ön ısıtma, kalıp değişimi gibi enerji ve üretim kaybına yol açan üretim akışlarını yok ederek, kontinü üretime geçmeniz Firma’nıza enerji ve üretim verimliliği anlamında çok önemli kazançlar sağlayacaktır.
  • İstanbul'dan Avustralya'ya yapılan bir uçuşta kişi başına ortalama 12 ton CO2 salınıyor. Oysa bir ağaç ömrü boyunca en fazla 1 ton CO2 emebiliyor.
  • Türkiye'nin enerji yoğunluğu AB ortalamasının 2,5 katıdır. Türkiye'nin enerji tasarruf potansiyelinin en az %30 olduğunda tüm kesimler mutabıktır

17 Aralık 2012 Pazartesi

İşyerinde yeşil enerjinin 10 yolu


Bu 10 ucuz ve basit yöntem, işyerinizde enerji tasarrufu yapmanızı sağlayacak ve paranız da cebinizde kalacak

10. Geri Dönüşüm

Eğer şirketinizde hala geri dönüşüm yoksa atmanız gereken büyük fakat kolay bir adım var. Yapmanız gereken tek şey, üzeri işaretlenmiş bir kova, kutu vs bulup plastik, kağıt, karton, metal vs cisimleri içine atmak ve bağlı olduğunuz belediyeye haber vermek. Tabi ki tüm çalışanlarınızı bu konuda bilgilendirmeniz gerekiyor.




9. Elektronik dökümantasyon 


Madem ki kullanılmış kağıtlarınızı geri dönüşüm kovasına atmaya başladınız, neden kağıtlardan tümüyle kurtulmuyorsunuz ki? E-posta, haberleşme için oldukça kolay, hızlı ve 'yeşil' bir yoldur. Ayrıca yeni nesil fax modemler, doğrudan bilgisayarınızdan faks göndermenize olanak sağlar. Üstelik elektronik imza uygulamaları ile resmi kağıtlarınızı elektronik ortamda iletebilirsiniz.




8. Suyu boşa akıtmayın!

Elektronik (sensörlü) musluklar ilk başta pahalı çözümler olsa da sadece gerekli olduğunda suyun akışına izin verir ve suyun boşa akmasını önler. Ayrıca tuvalette sifon rezervuarının içine ağırlık koyarak rezervuar hacmini azaltabilir, böylece daha az su harcanmasını önlemiş olursunuz.




7. Isıtma ve soğutma

Yazın klimayı 2-3 derece arttırmak ve kışın ısıtma sistemini 2-3 derece düşürmek, ısıtma ve soğutma sarfiyatınızı %20'ye kadar düşürür. Tabi ki pahalı ve teknolojik olan verimli ısıtma ve soğutma sistemleri vardır ama kışın bir kat daha giyinmek ve yazın tişört-şort ile işe gelmek paranızı da cebinizde tutar.




6. Kullanılmış mobilyalar ve dekorasyon

Kullanılmış mobilya ve dekorasyon ürünleri ile ofisinizi dilediğiniz gibi dekore edebilirsiniz. Bu sizi büyük bir masraftan kurtaracaktır.




5. Aydınlatma

Enkandesan, yani akkor Flamanlı ampuller artık geçmişte kaldı. Onların yerini alan LED veya tasarruflu ampuller sizi aydınlatma masrafından kurtaracaktır. Ayrıca güneş ışığını kullanarak, dimmer aydınlatma yaparak veya hareket algılamalı aydınlatma sistemlerini kullanarak büyük bir tasarruf sağlayabilirsiniz.




4. Cihazları kullandıktan sonra kapayın 


Ofiste kullanılmayan cihazların açık bırakılması, elektrik faturanızda büyük bir yük demek. Kullanılmayan cihazların kapatılması ve hatta kullanılmadığında enerji tüketmeyen akıllı cihazların kullanılması sizi bu dertten kurtaracaktır.




3. Telekonferans


Başka bir şehirde görüşmeye gitmek için yaptığınız harcamaları düşünün; zaman, konaklama, yakıt. Telekonferans sistemleri ile bu masraflardan kurtulabilirsiniz.




2. Yeşil ve doğal kaynakları kullanmak


Kağıttan zımbaya, kalemden mürekkebe, hatta yiyecek, içecek makinalarına kadar tüm ofis malzemeleri bir şeylerden imal ediliyor. Acaba bu malzemeler geri dönüşüm özelliğine sahip mi? Organik mi yoksa sentetik mi? Tüm bu sorular kullandığınız malzemelerin yapıldığı kaynakları göz önüne almanızı ve doğal kaynaklı malzemeleri kullanmanızı sağlıyor. Küçük bir araştırma ile ihtiyacınız olan malzemeleri doğal kaynaklı olanlardan seçebilirsiniz.




1. Tele-iletişim 


İş yaşamının büyük bir bölümü ofiste bilgisayar başında geçiyor. Neden bu çalışanlarınıza evde çalışma imkanı vermiyorsunuz? Böylece ofiste yer tasarrufu yapabilir ve çalışanlarınız ile web chat ile iletişimi aksatmadan kurabilirsiniz. Çalışmalar gösteriyor ki, home-office çalışanlar ile şirketler çok büyük tasarruf yapabiliyor. En büyük kazanç, çalışanın işe gidip gelmesi, zaman ve yakıt tasarrufu ile büyük bir masraftan kurtulmuş oluyorsunuz. Bu yöntem, her ne kadar şirketlerin çok büyük bir çoğunluğu tarafından uygulanamaz bulunsa da, enerji tasarrufu çalışmaları arasında en büyük katkı bu yöntemle yapılıyor.




11 Aralık 2012 Salı

Kentsel dönüşümle yeşillenen binalar enerji tasarrufu sağlayacak!

Kentsel dönüşümle yenilenecek 6.5 milyon binanın yeşil bina olarak inşa edilmesi durumunda yıllık yaklaşık 30 bin gWh enerji tasarrufu sağlanacak.

Türkiye’de kentsel dönüşüm ile 6,5 milyon bina yeniden inşa edilecek. Bu binaların çevre dostu teknolojiler ile yeşil bina olarak inşa edilmesi durumunda yıllık yaklaşık 30 bin gWh enerji tasarrufu sağlanmış olacak.  

Bu sene 17- 23 Eylül tarihleri arasında kutlanan Dünya Yeşil Binalar Haftası nedeniyle açıklamada bulunan Akşan Yapı Yönetim Kurulu Başkanı ve ÇEDBİK Yönetim Kurulu Üyesi Melih Şimşek, dünyanın en pahalı enerjisini yüzde 70’ler düzeyinde dışa bağımlı kullanan bir ülke olarak, enerji ve sürdürülebilir verimlilik için özel sektör ve kamunun elini taşın altına koyması gerektiğini söyledi.

"Bu bir fırsattır"
Şimşek: “Yeşil binaların, enerji verimliliği ve çevre duyarlılığı anlamında atılacak adımlardan en önemlisi olduğunu söyleyebiliriz. Ülkemizde enerji bu kadar pahalı ve doğal kaynaklar tüm dünyada büyük bir hızla tüketilirken, kullandığımız kaynakların yerine konmasını sağlamak için elimizden geleni yapmalıyız. Kentsel dönüşüm bu anlamda yeni inşa edilecek birçok binanın yeşil bina olması için bir fırsattır” dedi. 

Yeni yapılan binaların mutlaka çevre dostu kriterlere uygun yeşil binalar olarak inşa edilmesinin gerekliliğinin altını çizen Şimşek şöyle konuştu: “Bir yapının yeşil bina olarak kabul edilmesinde lokasyon, tasarım, kullanılan yapı malzemelerinin özellikleri, yapı tekniği, atık malzemelerin yeniden kullanımı gibi birçok konu etken faktördür. Biz Akşan Yapı olarak yüzde 90 geri dönüştürülebilir bir malzeme olan çeliği kullanarak ülkemizde yeşil binaların yaygınlaşması için üzerimize düşen görevi en iyi şekilde yerine getirmeye çalışıyoruz. Yapısal çelik sistemi sayesinde Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında çevre dostu binalar inşa ediyoruz.”

35. sokak inşa ediliyor
Şimşek sözlerine şöyle devam etti: “Binalarda geri dönüştürülebilir yapısal çelik sistemi kullanımı başta ısı yalıtımı olmak üzere üst düzey enerji verimliliği için de daha fazla avantaj sağlıyor. Diğer taraftan inşaat sırasında minimum su tüketimi sağlayarak su kaynakları ve yer altı sularının azalma ve kirlenme riskini azaltıyor.”

Yeşil bina uygulamalarına Akşan Yapı’nın İzmir’de inşaatına devam ettiği 35. Sokak projesini örnek gösteren Melih Şimşek proje hakkında şu bilgileri verdi: “Türkiye’nin yapısal çelik sistemi ile inşa edilen en büyük konut projesi olan 35. Sokak, çevre dostu özellikleri ile ülkemizin BREEAM Sertifikası’na sahip ilk ve tek konut projesidir. Biz her şeyden önce 35. Sokak’ın inşa edileceği arazinin ekolojik değerini inceleyerek işe başladık ve düşük ekolojik özelliği ile arazinin uygunluğunu belirledik.  Yapısal çelik sisteminin farklı kesit tasarımlarına olanak verebilmesi sayesinde İzmir bölgesi için belirlenmiş eşik ısı geçiş değerlerinden %50 daha fazla verimlilik sağladık. Yine bu sistem sayesinde 35. Sokak’ın inşaatı sırasında 30.455 ton su tasarrufu elde ettik.”

Havadan suya ısı pompası kullanarak karbon emisyonunu azalttıklarını belirten Melih Şimşek yüksek verimli ısı pompası sayesinde 376.000 kWh elektrik tasarrufu yapılarak, yılda 272 ton daha az karbon salımı gerçekleşeceğini söyledi. Projenin sosyal tesisi ve ortak alanlarının yaklaşık 350 kW elektrik ihtiyacı güneş panelleri ile elde edileceğine dikkat çeken Şimşek bu sistem ile de yılda 290 ton daha az karbon salımı gerçekleşeceğini vurguladı. 

35. Sokak’ın iç mekan konfor koşullarını artıran kaplama ve bitirme malzemeleri, ‘Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği’ ve yapısal çelik sisteminin öngördüğü şekilde seçilirken geri dönüşüm oranları da projenin dikkat çeken bir diğer özelliği olarak ortaya çıkıyor. Proje ömrünü tamamlayıp yıkılması gerektiğinde yaklaşık 4.050 ton çelik geri dönüştürülebilecek.

10 Aralık 2012 Pazartesi

Yeşil ekonomiye doğru


Birçok insan 2011 yılını mali çalkantılar, Japonya’daki deprem, tsunami ve nükleer felaket, bazı Avrupa ülkelerinin iflasın eşiğine gelişi, Arap Baharı, Occupy Wall Street hareketi ve İspanyolların Indignados hareketi gibi toplumsal başkaldırıların yılı olarak hatırlayacaktır. Ancak içimizden çok azımız, yine aynı yılı bilim insanlarının gezegenimizde yaşayan 18 000 yeni canlı türü keşfettiği yıl olarak anımsayacaktır. Yok olduğu açıklanan bir canlı türünün adını bilenlerin sayısı ise parmakla sayılacak kadar azdır.
Indian farmer
Indian farmer  Image © EEA/John McConnico
İlk bakışta, tehdit altındaki türlerin akıbeti, ekonomiden tamamen bağımsız gibi görünebilir. Daha yakından incelediğimizde ise bu iki dünya arasındaki bağlantıları görmeye başlarız. Doğal sistemlerin ‘sağlıklı olması’, sosyal ve ekonomik sistemlerimizin de ‘sağlıklı olması’ için şart. Hava ve su kirliliğine maruz kalan ve bununla bağlantılı sağlık sorunları görülen bir toplumun geliştiği söylenebilir mi? Benzer şekilde, büyük bir bölümün işsiz olduğu veya geçinmek için yeterli gelire sahip olmadığı bir toplumun ‘iyi işlediği’ iddia edilebilir mi?
Mevcut bilgi birikimimizdeki boşluklara ve belirsizliklere rağmen, yaşadığımız ortamın değiştiğini fark edebiliyoruz. 10 000 yıldır gezegenimizde kaydedilen göreceli istikrarın ardından, ortalama küresel sıcaklık yükselişe geçti. Avrupa Birliği’nin sera gazı emisyonları azalmasına rağmen, fosil yakıtları nedeniyle topraklarımızın ve okyanuslarımızın soğurabileceğinden çok daha fazla miktarda sera gazı atmosfere salınmaya devam ediyor. İklim değişikliğinin potansiyel etkileri bazı bölgeleri daha fazla etkileyecek, ve bu hassas bölgeler çoğunlukla yeni iklim koşullarına en az hazırlıklı olan ülkeleri kapsıyor.
Bu değişikliğin yönlendirilmesinde ve hızlandırılmasında şüphesiz en büyük etken gezegenimizde yaşayan yedi milyarın üzerindeki insan nüfusudur. Aslında, şu andaki tüketim ve üretim düzeylerimiz, çevre üzerinde o kadar büyük hasara yol açmaktadır ki, gezegenimizin bizler de dahil birçok tür için yaşanamaz bir yer haline gelme riski ile karşı karşıyayız. Gelişmekte olan ülkelerde yaşayan insanların büyük bir çoğunluğu, gelişmiş ülkelerdeki insanların yaşam tarzlarına özeniyor ve bu da doğal sistemlerimiz üzerinde ek bir baskıya yol açıyor.
Küresel biyoçeşitliliğimizi yerküremizin tarihinde daha önce hiç görülmeyen bir hızda kaybediyoruz. Türlerin tükenme oranları, daha önce kaydedilen kayıp hızının 1 000 katına kadar ulaştı. Bu hızlı kaybın en önemli nedenlerinden biri de yaşam ortamlarının, yani habitatların yok olması.
Son birkaç on yıl içerisinde Avrupa’da toplam orman alanlarında görülen artışa rağmen, küresel durum oldukça farklı. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütü, her yıl yaklaşık 13 milyon hektar ormanlık alanın (yaklaşık Yunanistan’ın yüzölçümüne eşittir) kesildiğini ve hayvancılık, madencilik, çiftçilik veya kent gelişimi vb. gibi diğer kullanım amaçları için dönüştürüldüğünü tahmin ediyor. Tehdit altında olan ekosistemler yalnızca ormanlarla sınırlı kalmıyor. İnsan faaliyetleri nedeniyle birçok doğal habitat risk altında.

Çözüm yolu: kapsamlı yeşil ekonomi

Milyarlarca insanın temel günlük endişesinin sofralarına yemek koyabilmek ve daha iyi bir gelecek umuduyla çocuklarını okula gönderebilmek olduğu dünyamızda kısa vadeli çözümlerden vazgeçmek çoğumuz için neredeyse imkansız. Bunun için, bu insanlara farklı ve daha iyi seçenekler sunmamız gerekiyor.
Ekonomik faaliyetlerimiz için doğal kaynaklara ihtiyacımız var. Ancak, burada ikilem olarak algılanan, doğayı korumak ile ülkeyi kalkındırmak arasındaki seçim aslında son derece yanıltıcıdır. Uzun vadede ekonomik ve sosyal kalkınma ihtiyaçları doğal kaynakların sürdürülebilir şekilde yönetimini gerektiriyor.
2011 yılının sonunda Avrupa Birliği’ndeki her on kişiden biri işsizdi. Bu rakam, gençler arasında her beş kişiden bir kişiye kadar çıkıyordu. İşsizlik, bireyler, aileler ve genel olarak toplum üzerinde ciddi baskılar oluşturur. 2010 yılında AB nüfusunun neredeyse dörtte biri yoksulluk veya sosyal dışlanma riskiyle karşı karşıyaydı. Küresel yoksulluk değerleri ise daha da iç karartıcı.
Mevcut ekonomik modellerimiz sağlıklı bir çevrenin bize sağlayabileceği faydaların birçoğunu göz ardı ediyor. Bir ülkenin kalkınmışlık düzeyinin, yaşam standardının ve diğer ülkelere kıyasla durumunun gösterilmesi için en yaygın kullanılan ekonomik gösterge olan Gayri Safi Milli Hasıla (GSMH) tamamen ekonomik üretim değerine dayanıyor. Hava kirliliği vb. gibi, ekonomik faaliyetler için sosyal ve insani olarak ödediğimiz bedelleri kapsamıyor. Buna karşılık, solunum yolu hastalıklarına tutulan insanlara sunulan sağlık hizmetleri GSMH’ye artı bir katkı olarak hesaplanıyor.
Önümüzdeki temel zorluk, çevreye zarar vermeden ve ayrıca gelecek nesillerin çıkarlarını koruyarak tüm dünya genelinde büyüme gerçekleştirebileceğimiz ve yaşam kalitemizi arttırabilecek ekonomik modelleri nasıl yeniden tasarlayabileceğimizi bulmaktır. Çözüm, ‘yeşil ekonomi’ olarak adlandırılıyor.
Basit bir kavram gibi görünmesine rağmen, bu fikrin gerçeğe dönüştürülmesi çoğu zaman oldukça karmaşıktır. Teknolojik yeniliklerin gerekli olduğu bir gerçek. Ancak, aynı zamanda birçok farklı değişiklik, özellikle de ticaret ve üretimi düzenleme, şehirlerimizi tasarlama, insanları ve malları taşıma ve temel olarak yaşama tarzlarımız üzerinde köklü değişiklikler yapmamız gerekiyor.
Ticari terimlerle açıklamak gerekirse, tüm varlık yaratma alanlarımızda uzun vadeli sürdürülebilirlik sağlamamız gerekiyor. Bu alanlar şunlardır: doğal sermaye, insan sermayesi, sosyal sermaye, üretilen sermaye ve mali sermaye. Yeşil ekonomi kavramı birbirinden farklı, ancak birbiriyle bağlantılı bu sermaye terimleriyle de açıklanabilir.
Kararlarımızın maliyetlerini ve faydalarını değerlendirirken, tüm sermaye stokları üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurmalıyız. Yollara ve fabrikalara yaptığımız yatırım üretim sermayemizi arttırabilir, ancak ormanlarımızı (doğal sermayemizin bir parçasını) yok ediyorsa veya kamu sağlığına (insan sermayesinin bir parçasına) zarar veriyorsa, genel refahımızı tehlikeye atıyoruz demektir.

Önümüzdeki fırsatlar

Yaşam, üretim ve tüketim tarzlarımızı değiştirmemiz aslında bizlere yeni bir fırsatlar dünyasının kapısını aralıyor. İşaretler 2012 size, 1992 yılında Brezilya’nın Rio de Janeiro kentinde düzenlenen Yeryüzü Zirvesi’nden tam 20 yıl sonra bugün nereye ulaştığımıza dair genel bilgiler verecek. Ayrıca, ekonomi ile çevrenin nasıl birbiriyle bağlantılı olduğu ve ekonomimizi neden ‘daha yeşil’ hale getirmemiz gerektiğini vurgulayacak. Önümüzde duran çok geniş fırsatlar arasından birkaç örnek de verecek.
Ne yazık ki, geçiş sürecinin hızlandırılmasına yardımcı olacak veya tüm sıkıntılarımızı giderecek tek bir çözüm bulunmuyor. Atıkların daha verimli yönetilmesi için konulan genel ortak hedeflere rağmen, Grönland’in atık yönetiminin Lüksemburg’daki atık yönetimine kıyasla tamamen farklı bir dizi soruna yanıt bulması gerekiyor.
Zamanlama çok önemli. Günümüzde karşı karşıya olduğumuz çevresel sorunlara günümüzün teknolojisini kullanarak çözümler geliştirmemiz gerekiyor. Bununla birlikte, çevresel ve teknolojik gelişmelerle artan bilgi ve deneyimimize paralel olarak politika ve kararlarımızın sürekli olarak geliştirilmesi ve uyarlanması gerektiğini de göz önünde bulundurmalıyız. Halihazırda uygulamaya geçirilmiş bir çok sayıda çözüm mevcut. Ve bir o kadarı da hazırlık aşamasında.

Çok şıklı bir soru

Japanese lanternsNihayetinde politika seçenekleri, ticaret seçenekleri ve tüketici seçeneklerini içeren çok şıklı bir soru ile karşı karşıyayız. Bu durumda en iyi seçeneği nasıl seçeceğiz?
Uygun politikaları geliştirmek için ihtiyacımız olan bilgi ve araçlara sahip miyiz? Soruna ‘doğru’ seviyede mi çözüm arıyoruz? Yenilenebilir enerjiye yatırım için ‘doğru’ girişimlere veya pazar işaretlerine sahip miyiz? Satın aldığımız ürünler üzerinde daha yeşil bir alternatife yönelmemize yardımcı olabilecek ‘doğru’ bilgi veya etiketlere sahip miyiz?
Farklı toplumların seçimlerini ‘doğru’ yapmasına yardımcı olabilmemiz için ne bildiğimiz ve bu bilgiyi ne zaman elde ettiğimiz çok önemli. Sonuçta, bizim yeni çözümler üretebilmemizi ve bu çözümleri başkalarıyla paylaşabilmemizi elimizdeki bilgiler sağlayacak.
Profesör Jacqueline McGlade, AÇA Genel Müdürü

5 Aralık 2012 Çarşamba

Küresel ısınmanın yerini küresel soğuma mı alıyor?


Bu araştırma ve araştırmada yer alan röportajlar Mithat BEREKET tarafından hazırlanmış olup 28 Ocak 2010 tarihli Pusula programında yayınlanmıştır.

Geçtiğimiz kış özellikle Avrupa’nın kuzeyi adeta mini bir buz çağı yaşadı. Sıcaklıklar eksi 22 dereceye kadar düştü. Avrupa’nın en güçlü, refah düzeyi en yüksek ülkelerinde yüzlerce insan soğuktan öldü. Bu durum karsında pek çok  bilim adamı küresel ısınmayı sorgulamaya başladı. Herkesin kafasındaki soruysa aynı idi: Küresel ısınmanın yerini şimdi de küresel soğuma mı alıyor?
Avrupa, geçtiğimiz yıl soğuklara teslim oldu. Dondurucu soğukların ilk sinyali, 2009’un sonunda geldi. 2009’un bitimine iki hafta kala, İtalya’dan İngiltere’ye, Avusturya’dan İspanya'ya kadar pek çok ülke vatandaşlarını yaklaşan aşırı soğuklara karşı uyardı. Birkaç gün içinde etkisini gösteren soğuk hava, ilk önce Avrupa’nın ulaşım yollarını vurdu. Paris’te eksi 4 dereceye düşen sıcaklığa kar yağışı da eklenince, İngiltere’nin kıta Avrupa ile bağlantısı kesildi. Manş denizinin altından geçerek İngiltere’yi Fransa’ya bağlayan tünelde altı Eurostar treni ani sıcaklık değişimi yüzünden bozuldu. 2500 yolcu 15 saat boyunca denizin altındaki tünelde mahsur kaldı.
Aslında, bu Avrupalıları bekleyen sorunların sadece başlangıcıydı. Fransa’da sıcaklık eksi 23 derecelik rekor değerlere düşerken Avrupa’nın dört bir yanından uçak seferlerinin iptal olduğu haberleri gelmeye başladı. Londra’nın iki havalimanı, Almanya’nın en büyük havalimanlarından Duesseldorf International ve Belçika’nın en büyük üç havaalanı kalkışa ve inişe kapandı. Kar fırtınası yüzünden Hollanda’nın diğer Avrupa ülkeleriyle demiryolu bağlantısı kesildi. Ülkedeki bütün büyük şehirlerde otobüs ve tramvay seferleri durduruldu.
Soğuk hava sadece kuzey Avrupa’da değil, Akdeniz kıyısındaki ülkelerde de hayatı felç etti. Madrid’de termometreler eksi 3 dereceyi gösterirken, sıcaklığın eksi 18'e kadar düştüğü İtalya karlar altında kaldı. Başkent Roma’nın iki havaalanı da kapandı. Kar fırtınası yüzünden binlerce kişi yollarda mahsur kaldı. Dondurucu soğukta mahsur kalanları kurtarmak için polisin gücü yetmeyince İtalyan ordusu devreye girdi. Ordu, bu iş için 5600 asker görevlendirdi.
Hayatı durma noktasına getiren soğuk hava ve kar fırtınaları devam ederken Avrupa’dan bu kez ölüm haberleri gelmeye başladı. Soğuk hava dalgasının ilk 10 gününde Fransa’da 2, Ukrayna’da 27, Polonya’da 79 kişi donarak öldü. Ölenlerin çoğu soğuğa sokakta yakalanan evsizlerdi.
Avrupa, yeni yıla adeta soğuktan donmuş halde girdi. Ancak, sorunlar bununla bitmedi. 2010'un ilk günlerinde Avrupa’da ilkini mumla aratacak, ikinci bir soğuk hava dalgası başladı. İngiltere’de yoğun tipi ve eksi 16 dereceye kadar düşen sıcaklıklar yüzünden binlerce kişi yollarda, havaalanlarında ve tren istasyonlarında mahsur kaldı. 30 yılın en soğuk kışını yaşayan İngiltere’de belediyelerin tuz stokları bile tükendi. Karla kaplı yolları açmak için Amerika ve ispanya'dan tuz sipariş edildi. Soğuk hava yüzünden futbol maçları dâhil pek çok spor karşılaşması da iptal oldu.
Kar yağışı İngiltere’nin ardından güneye inerek Fransa ve Almanya’yı esir aldı. Buralarda da ulaşım tam anlamıyla felç oldu. Avrupa’nın en büyük üçüncü havalimanı olan Frankfurt havaalanında uçuşlar durdu. Kar yağışının en yoğun olduğu iki gün içinde görevliler kalkış ve iniş pistlerinden tam 414 ton kar temizledi. Ama bu yoğun çalışma bile iptal edilen uçuş sayısının rekor seviyelere ulaşmasına engel olamadı. Karayollarında da durum farksızdı. Eksi 30 dereceyi aşan soğuk ve yoğun kar yağışı yüzünden on binlerce kişi otoyollarda mahsur kaldı. Ülkenin kuzey eyaletlerinde acil durum ilan edildi.
Fransa kardan Almanya kadar etkilenmese de özellikle hava ulaşımında ciddi sorunlar yaşadı. Ülkede beş havaalanı kapandı. Paris’teki havalimanlarında her dört uçuştan biri iptal edildi.
Kuzeyden gelen aşırı soğuklardan ispanya da etkilendi. Termometrelerin sıfırın altına düşmesine pek alışık olmayan başkent Madrid’de bile yollar karla kaplandı. Sıcaklık eksi 11 dereceye kadar düştü.
Bu ikinci soğuk hava dalgasıyla birlikte soğuktan ölenlerin sayısı Polonya’da 122'ye, İngiltere’deyse 22'ye yükseldi. Almanya’da 9 evsiz donarak öldü, ispanya'da üç, İsviçre’de ise 22 kişi çığ altında kalarak hayatını kaybetti.
Avrupa’da bunlar olurken on binlerce kilometre mesafedeki Çin’de de durum farklı eğildi. Son 50 yılın en soğuk kışını yaşayan Çin’de sıcaklık eksi 28 dereceye kadar düştü. Aşırı soğuklarla birlikte elektriğe ve kömüre olan talep de artınca ülkede ciddi bir enerji sıkıntısı ortaya çıktı. Çin’in büyük bir bölümüne elektrik verilemedi. Ülke genelinde elektrik kısıntısı yapıldı.
Şimdi herkes aynı soruyu soruyor: Bu soğuklar daha ne kadar devam edecek? Küresel ısınmanın yerini bu soğuklar mı alıyor? Bu konuda araştırmalar yapan en önemli  bilim adamlarından biri de Almanya’daki Kiel Üniversitesi'nden Prof. Dr. Mojib Latif.
Profesör Mojib Latif, sadece Almanya’nın değil tüm dünyanın en önemli okyanus araştırma merkezlerinden birinin başında. Kiel üniversitesine bağlı olarak kurulan Leibniz Deniz Bilimleri Enstitüsü özellikle okyanuslardaki hareketleri ve iklim değişikliklerini inceliyor. Bu enstitünün 4 araştırma gemisi ve birkaç özel araştırma denizaltısı bulunuyor. alman hükümetinden mali destek alan enstitünün Kiel’de bulunması da tesadüf değil.
Hamburg’un yaklaşık 90 kilometre kuzeyinde bulunan Kiel, Almanya’nın Baltık denizine açılan en önemli limanı durumunda. ama daha da önemlisi Kiel kanalının giriş noktası da burada bulunuyor. Baltık denizini kuzey denizine bağlayan insan yapısı bu kanal, dünyanın en yoğun kullanılan suyolu. Bütün bu coğrafi avantajlar yüzünden Almanya’nın en büyük deniz üssü de Kiel’de bulunuyor.
işte, böyle bir yerde bulunan denizbilimleri enstitüsünde, kalabalık bir araştırma ekibini yöneten Profesör Latif, yaptıkları önemli bir araştırmanın sonuçlarını 2008’de yayınladı. Buna göre, dünyamız 10 ya da 20 yıl sürecek bir soğuk döneme girecekti. Kışlar önümüzdeki dönemde daha soğuk; yazlarsa daha serin geçecekti. aradan geçen yıllar Mojib Latif ve ekibini haklı çıkardı. O dönemde gelecekle ilgili öngörüleri pek ciddiye alınmayan Pakistan asıllı bu okyanus bilimci, bir anda dünya medyasının yeni gözdesi durumuna geldi.
İşte Prof. Dr. Mojib Latif’in küresel ısınmanın yerini küresel soğuma mı alıyor sorularına ilişkin açıklamaları:

“Küresel Isınmayı Telafi Edecek Bir Soğuma Yaşanıyor”

Latif: Dünyanın şu anda uzun vadeli bir ısınma eğilimi içinde olduğunu biliyoruz. Bu, sera gazlarının salınımı ve karbondioksit artışı gibi biz insanların neden olduğu şeylerden kaynaklanıyor. Ama şunu da biliyoruz ki iklimde doğal değişimler de oluyor. Biz de kapsamlı bir araştırma yaparak on yıl içinde meydana gelecek bu doğal iklim değişimlerini tahmin etmeye çalıştık ve bu değişimler sonucu dünyada küresel ısınmayı telafi edecek bir soğuma yaşanacağı sonucuna vardık. Yani önümüzdeki yıllarda dünyada küresel ısınmaya bağlı bir sıcaklık artışı yaşanmayacak ve hatta belki de sıcaklıklar birkaç derece düşecek. Kışlar daha soğuk; yazlarsa saha serin geçecek. Biz buna iç dalgalanma diyoruz. Bu da iklim sisteminin, bu dalgalanmayı kendi kendine ürettiği anlamına geliyor. Bu dalgalanmanın meydana gelmesi için dışarıdan bir kuvvete ihtiyaç yok. Bu tür dalgalanmalar her zaman yaşanır. Mesela geçtiğimiz yüzyıla bakarsanız, genel bir ısınma eğilimi görürsününüz, ama aynı zamanda bu uzun vadeli sıcaklık artışıyla birleşen kısa süreli soğuk dönemler de yaşanır. Burada genel eğilimin değişiminden değil; buna eklenen küçük iniş çıkışlardan söz ediyoruz.
(Profesör Latif, araştırmaları sonunda ulaştıkları sonucu bize bir grafik yardımıyla anlatımayı sürdürüyor) 1960’dan itibaren yerkürenin ortalama sıcaklığına baktığınızda ısınmanın giderek arttığını görürsünüz. İnsanoğlunun neden olduğu bu ısınma eğilimine göre, 2010 yılına gelindiğinde şayet son soğuk hava dalgası olmasaydı ısının nasıl artacağı burada kırmızıçizgiyle gösteriliyor. Ancak, doğal nedenlerden kaynaklanan ve 2010’dan itibaren devreye giren soğuklar dünyanın sıcaklığını 10 ya da 20 yıl boyunca, belli bir oranda azaltacak. Küresel ısınmanın etkileri belki telafi edilecek. Buzullardaki erime duracak. Fakat bu, bir ara süreç, olacak. Yeşil çizgilerle gösterilen bu dönem bittiğinde ısınma yine kaldığı yerden devam ediyor olacak.
Mojib Latif bu noktada, iklim değişikliğinde okyanusların önemine dikkat çekiyor.
Latif: Burada okyanuslar çok önemli. Dünyanın 3'te 2'si okyanuslarla kaplı. Okyanuslardaki soğuma 1000 metre derinlikten itibaren başlar, 5000 metreye kadar gider. İklimi asıl etkileyen de işte bu dipteki sulardır. Çünkü okyanuslarda akıntılar vardır. Buna göre belirli bir zaman sürecinde bu sular yüzeye çıkar ve iklimi etkiler. Kaldı ki, bu akıntılar düzenli değil. Zaman içinde, atmosferle etkileşim içinde değişiyorlar. Bu değişimler döngüsel akıntılar; yani, bir dönem sıcak, bir dönem soğuk oluyor. Bizim saptamalarımıza göre bu akıntılar şu anda soğuk döneme girmiş durumda. yani, dünyadaki okyanusların büyük bölümünde sıcaklıklar düşecek, bu da küresel ısınmayı dengeleyecek. Küresel ısınma ortadan kalkmayacak ama okyanuslardaki soğuma küresel ısınmayı telafi edecek ve önümüzdeki on yıl içinde sıcaklıklar büyük olasılıkla daha fazla artmayacak ve hatta belki de biraz düşecek. Bu arada, şu noktanın da altını çizmemiz lazım: iklim değişikliği klasik anlamda küresel bir yapıya sahip değil. Yani, her zaman bölgesel farklılıklar var. Örneğin, küresel ısınma kutba yakın bölgelerde, tropik bölgelerde olduğundan daha güçlü. Aynı şekilde, karadaki ısınma, denizlere kıyasla daha güçlü. Yani bu tür tipik farklılıklar var. Okyanus akıntıları da iklimde ülkeden ülkeye, kıtadan kıtaya farklılık gösteren değişikliklere yol açıyor. Bu nedenle, her yerde; her ülkede aynı olayların yaşanmasını bekleyemeyiz. Her zaman bölgesel farklılıklar olacaktır. Küresel ısınmadan bahsederken dünyayı bir bütün olarak ele almanız ve dünyanın ortalama sıcaklığını ölçmeniz gerekir.
Bu iç dalgalanmaları; örneğin bu son soğuma eğilimini nasıl ölçüyorsunuz? Okyanus sularının sıcaklıklarını ölçmek için bir yöntem; bir sistem var mı?”sorusuna şu yanıtı veriyor:
Latif: Prensipte, önümüzdeki on-yirmi yıl için bir tahminde bulunabilmek için okyanustan veriler almamız ama bu verileri sadece okyanus yüzeyinden değil, daha derinlerden, 500 metre, 1000 metre derinden almamız gerekir. Ne yazık ki elimizde bu derinliklerden alınmış veriler yok. Şu anda elimizdeki son 50 yıla, 100 yıla ait veriler hep okyanusun yüzeyinden ölçülmüş sıcaklık değerleri. düzenli olarak, okyanus-aşırı yolculuk yapan gemilerle toplanmış veriler. Ama son yıllarda bağımsız cihazlarla, yüzer cihazlarla topladığımız veriler de yavaş yavaş artıyor. Bu cihazlar gemilerden bırakılıyor ve okyanusun derinlerine dalarak burada ölçümler yapıyor. Yaklaşık iki hafta sonra da yüzeye çıkıp topladıkları verileri uydular aracılığıyla dünya çapındaki iletişim ağına gönderiyorlar. Geçmişte elimizde fazla veri yoktu ama artık daha fazla veri toplayabiliyoruz. Ve bu sayede kısa vadeli tahminler yapabiliyoruz

“Küresel Isınmaya karşı şimdi harekete geçme zamanı”

Peki, sizce bu soğuk dönemden sera gazlarının yol açtığı zararı telafi etmek için; küresel ısınmanın neden olduğu zararları düzeltmek için yararlanamaz mıyız?” sorusuna Latif’in verdiği yanıt çok enteresan:
Latif: Bakın, küresel ısınmadaki bu duraklamanın, küresel ısınmanın geleceğine yönelik herhangi bir etki oluşturacağını bekleyemeyiz. Yani, küresel ısınma devam ediyor. Okyanuslardaki bu değişimler sadece küresel ısınmayı görünmez kılıyor. Bu ısınmada bir duraklama oluşturuyor. Ama bu iç dalgalanmalar sona erdiğinde küresel ısınmanın etkisi tekrar hissedilir hale gelecek. Sıcaklık tekrar artışa geçecek ve bu kez bu artış son 50-100 yıldan çok daha hızlı olacak. Ama haklısınız bir şeyler yapacaksak şimdi harekete geçmemiz gerek. Bunu şu anda, bu kritik süreçte başarmamız lazım. Tüm ülkelerin sera gazı salınımını azaltmak için bağlayıcı bir anlaşmaya imza atması şart.
Bu durumda görüyorum ki, sizin teoriniz, medyada farklı; hatta yanlış anlaşıldı ve kamuoyuna da yanlış yansıtıldı. Bak havalar soğuyormuş. Demek ki, küresel ısınma diye bizi aldatmışlar, diyenler oldu. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?”
Latif: Kendi deneyimlerimden öğrendiğim kadarıyla iklim bilimini medyaya anlatmak çok zor. Küresel ısınma, termometrelerimizin her geçen yıl yeni rekor sıcaklıklara ulaşılacağı anlamına gelmiyor. Küresel ısınma uzun vadeli bir ısınma eğilimi demek, sıcaklık artışları bazen çok fazla, bazen çok az olabilir, hatta bazen soğuma da yaşanabilir. Bunu halka anlatmak için sanırım daha fazla çaba sarf etmeliyiz. İnsanlar ancak bu şekilde iklimin ne olduğunu, iklim değişkenliğinin ne olduğunu, doğal değişkenliğin ne olduğunu, birkaç soğuk kış mevsiminin küresel ısınmanın bittiği anlamına gelmediğini anlayabilirler.

“Sıcaklıklar Dünyanın Farklı Bölgelerinde ve Farklı Ülkelerinde Değişimler Gösteriyor”

Almanya’nın ünlü Max-Planck Meteoroloji Enstitüsü uzmanları da soğuklar konusunda, Mojib Latif’ten farklı düşünmüyor. Ancak, 1975’den beri faaliyette olan bu enstitünün önde gelen uzmanlarında biri olan Jochem Marotzke, yaşanan soğuklar konusunda biraz daha farklı bir açıklama getiriyor:
Marotzke: Profesör Mojib Latif son derece haklı. Şu anda Avrupa, soğuk bir kış geçiriyor. 2000'lerin başından itibaren son 10 yıl, ölçümler başladığından bu yana yaşadığımız en sıcak 10 yıldı. Ama bu on yıl içinde sıcaklıklar pek değişmedi. Bu nedenle gerçekten de küresel ısınma bir duraklama dönemine girdi ve sıcaklıklar artmadı. Öte yandan, bu sıcaklıklar dünyanın farklı bölgelerinde ve farklı ülkelerinde değişimler gösteriyor. Bu farkların büyük bölümü jet akımına bağlı. Jet akımı, kışın hava durumunu belirleyen en önemli unsur. Bu, atmosferdeki çok güçlü bir hava akımı ve çok yüksekte seyrediyor. Batıdan doğuya ya da kuzeyden güneye hareket ediyor ve sıcaklıkların çok hızlı bir şekilde düşmesine ya da kısa mesafeler arasında büyük sıcaklık farklılıkları oluşmasına yol açıyor. En büyük sıcaklık değişimleri bu jet akımlarının bulunduğu yerlerde oluyor. Bu jet akımı sürekli hareket halinde; sürekli dolaşıyor. Kuzeye, güneye doğru hareket ediyor. Şu anda Avrupa üzerindeki jet akımı güneye kıyasla çok daha alçakta, yeryüzüne daha yakın. Bu yüzden hava Avrupa’da daha soğuk. Ama mesela burada hava çok soğukken Grönland ve Spitzberg tam tersine daha sıcak oluyor. Bunun temel sebebi jet akımının atmosferdeki hareketi. Bu nedenle birbirine çok yakın bölgelerde bile çok büyük sıcaklık farkları görülebiliyor.
Bu jet akımının izlediği belli bir yol var mı? Belli mevsimlerde belli hareketler yapıyor mu? Yani, bir sonraki hareketi öngörülebiliyor mu? diye soruyorum:
Marotzke: Evet, kuzey yarımkürede kış yaşanırken güneye iniyor. Yani, kuzey kutbundan ekvatora doğru hareket ediyor, bu nedenle hava soğuyor ve yazın da kutba yaklaşıyor. Mevsimsel olarak böyle bir hareketi var. Ama bu mevsimsel hareket sırasında tam olarak nereye gideceği ancak iki hafta önceden tahmin edilebiliyor. Hava tahminlerinin iki haftayla sınırlı olmasının sebebi de bu jet akımının hareketini en fazla iki hafta önceden tahmin edebilmemiz. Jet akımlarının hareketi düzensiz, ancak iki hafta sonrasını görebiliyoruz. Bunun ötesinde matematiksel olarak ifade edersek tam bir kaos var, öngörülmesi mümkün değil.

“Küresel Isınma Bu Dalgalanmaya Baskın Çıkacak”

Marotzke “Yani bu durum, doğayla ilgili tahminler yürütmenin hala çok zor olduğunu; doğanın çok karmaşık ve öngörülemez olduğunu mu gösteriyor?” sorusuna ise şu yanıtı veriyor.
Marotzke: Aynen öyle. Sıcaklıkların neden böyle durağan bir döneme girdiğini net olarak bilmiyoruz. Ama bildiğimiz bir şey var ki bu doğal bir dalgalanma. İklim bu tür öngörülemeyen doğal değişimler gösterebiliyor. Bazen bu doğal değişimler insanın yol açtığı küresel ısınmanın tersine etkiler doğuruyor, bazen de küresel ısınmaya paralel gidiyor. Son on yıl doğal dalgalanmaların küresel ısınmaya ters işlediği bir on yıldı. Bu nedenle de sıcaklıklar dengede kaldı.
“Sizce bu dalgalanma; bu soğuma ne kadar sürecek, ya da beklenenden daha uzun sürebilir mi?”
Marotzke: Uzun sürmesi muhtemel. Ancak, ne olursa olsun, er ya da geç küresel ısınma bu dalgalanmaya baskın çıkacaktır. ama bizim bu soğuma döneminin ne kadar süreceğine dair çalışmalarımız henüz çok erken bir safhada. Şimdilik sadece önümüzdeki 10 yıl için tahmin yapabiliyoruz. Bu yüzden sıcaklıkların tekrar ne zaman yükselişe geçeceğini net olarak söyleyemiyoruz. Bütün bu belirsizliklere rağmen gelecekle ilgili doğru tahminler yapabilmek için de gelişmiş bilgisayarlardan; yani, süper bilgisayarlardan yararlanıyoruz.

Blizzard “Kar Fırtınası”

İlk bakışta sadece birer dolap gibi görünen bu kutuların içinde aslında dünyanın en büyük ve en hızlı bilgisayarlarından biri var ve bu dev bilgisayar sadece ve sadece iklim değişikliğini hesaplamak için kullanılıyor.
Birbirine bağlı 264 bilgisayardan oluşan bu süper bilgisayarın adı “Blizzard”; yani “kar fırtınası”. 1 ay önce hizmete giren bu dev bilgisayar, aynı zamanda dünyanın bilimsel alanda kullanılan en büyük ve en hızlı bilgisayarı durumunda. 20 terabyte; yani yaklaşık 20 bin gigabytelık bir ön-belleğe sahip olan Blizzard, saniyede tamı tamına 158 trilyon hesap yapabiliyor.
Yakından bakınca adeta bir canlı gibi görünen Blizzard evlerde kullanılan bilgisayarların yaklaşık 20 bin katı bir güce sahip. Süper bilgisayarın toplam ağırlığıysa 35 tonu buluyor. Almanya’nın Eğitim ve Araştırma Bakanlığı’nın finanse ettiği süper bilgisayarın fiyatı 70 milyon dolar ama  bilim adamları bu bilgisayarın paha biçilmez olduğunu söylüyor. Bu iklim hesaplama ve araştırma merkezinin uzmanlarından Michael Böttinger, Blizzard’ın kullanım alanlarını bakın nasıl anlatıyor:
Michael: Bu süper bilgisayarı bildiğimiz PC'lerle karşılaştırmak zor çünkü sistemdeki her bir bilgisayar çok çok hızlı ve hepsi de birbirine bağlı. Bu bilgisayar sadece iklim araştırmaları için kullanılıyor.Yani, bu süper bilgisayar iklim araştırmacıları için bir laboratuar niteliğinde. Bunu sadece iklim bilimciler kullanabiliyor. ve tabii bunu model geliştirme, temel araştırma ve "önümüzdeki yüz yıl içinde Almanya’da ya da Türkiye’de ne kadar bir sıcaklık artışı beklemeliyiz" gibi sorulara yanıt bulmak için; uygulamalı -araştırma amaçlı kullanıyorlar.
Yani Blizzard, atmosferdeki sera gazlarının seviyesini, okyanus sıcaklıklarını, kara sıcaklıkları gibi verileri iklimbilimcilerin yazdığı programlar çerçevesinde analiz ediyor ve atmosferin bu değişkenlere nasıl tepkiler vereceğini hesaplıyor. Hatta bu süper bilgisayar hortum gibi küçük bir alanda etkili olan doğa olaylarını bile önceden hesaplayabiliyor. Böylesine büyük ve detaylı iklim modellerinin paralel olarak işleyebilmesi için bu bilgisayarlar arasında çok hızlı bir bağlantı var.
Michael Böttinger, buradaki bilgisayarların birbirine nasıl bağlandıklarını göstermek için dolaplardan birinin arka kapağını açıyor. Bütün bu panelleri birbirine bağlayabilmek ve bu süper bilgisayarı ortaya çıkarmak için toplam 50 kilometre uzunluğunda kablo kullanılmış.
Michael: İklim simülasyonu için iklim sistemindeki süreçleri ve modellerin sınır koşullarını çok iyi anlamak gerekir. Sınır koşulları derken güneş, dünyanın şekli gibi değişmez koşulları ve atmosferdeki kimyasal bileşimi, mesela karbondioksit, metan gibi sera gazlarının oranını kastediyorum. Tabii yüzyıl sonrasında yapabileceğimiz insanların gelecekteki sera gazı salınımı üzerine senaryolar kurarak çalışmak. Bu senaryolarla ne kadar sera gazı ne kadar sıcaklık artışına yol açar, bunu hesaplıyoruz. ayrıca, bu süper bilgisayar yardımıyla dünyanın dört biryanından gelen verileri de bir araya getirip analizler yapıyoruz. Bu açıdan bakılınca merkezimizin bir başka özelliği ortaya çıkıyor. Şu anda iklim değişikliği konusunda dünyanın en geniş arşivine sahibiz diyebilirim.
Gerçekten de alman iklim hesaplama merkezinin koca bir katı tamamen arşive ayrılmış. Bu arşiv sistemi de en son teknolojiye göre kurulmuş. Bu gördüğünüz dolapların içinde onar bin adet dijital kaset var. toplam 6 dolaptaki kasetlerin toplam hafızasıysa 60 petabyte’ı; yani 60 bin terabyte’ı buluyor. daha anlaşılır bir şekilde söylersek, burada toplam 13 milyon dvd’nin alabileceği kadar veri saklamak mümkün. Üstelik bilim adamları bu dev arşive uzaktan internet kanalıyla ulaşıp istedikleri verileri anında alabiliyorlar. dolapların içindeki bu hassas robot kollar istenilen bilgileri taşıyan kasetleri bulup çıkarıyor ve bilgiyi yine bilgisayarlar aracılığıyla aktarıyor.

“İklim Değişimi, İnsanların Atmosfere Ne Kadar Sera Gazı Salacağına Bağlı”

Ancak, ilk bakışta tam bir teknoloji harikası gibi görünen bu süper bilgisayarlara temkinli yaklaşan  bilim adamları da var. Profesör Mojib Latif, bilgisayarlarla yaratılan iklim modellerinin her zaman gerçeği yansıtmadığına dikkat çekiyor.
Latif “Dünyanın geleceğini tahmin etmeye yönelik bilgisayarlı iklim modelleme çalışmaları hakkında ne düşünüyorsunuz” sorusuna şu yanıtı veriyor:
Latif: Her zaman için belirsizlikler vardır. Hiçbir model kusursuz değildir, hiçbir iklim modeli de kusursuz değildir. En büyük belirsizlik de insan davranışının gelecekte ne şekil alacağını bilmememizden kaynaklanıyor çünkü iklimin nasıl değişeceği büyük ölçüde bizim atmosfere ne kadar sera gazı salacağımıza bağlı. söz gelimi Kopenhag zirvesi karbondioksit salınımı konusunda başarıya ulaşsaydı, önümüzdeki on yıl içinde karbondioksit salınımı şu anki seviyenin çok altına düşürebilecek olsaydık, önümüzdeki yüzyılda sadece bir ya da bir buçuk derecelik bir sıcaklık artışı bekleyebilirdik. ama son 30-40 yıldır yaptığımızı yapmaya devam edersek 4-5 derecelik bir sıcaklık artışı yaşabiliriz. Bu belirsizlik dışında, modellerden kaynaklanan bir belirsizlik de var. modellerin sorunları var, hataları var, bu nedenle bu artış 4 derece mi olacak, en kötü olasılık mı gerçekleşecek, sıcaklık artışı 5 derece mi olacak, bunu net olarak söyleyemeyiz. ama modelin neden olduğu bu belirsizlik sera gazı salınımı senaryolarındaki belirsizlikten çok daha az.
Bu noktada önemli bir saptama yapmak gerekiyor. iklim değişikliğini incelemek ve gelecekte neler olacağını öngörmek için sadece süper bilgisayarlar yeterli değil. Burada asıl önemli olan atmosferdeki ve okyanuslardaki hareketleri sürekli izlemek ve bunlarla ilgili doğru, güvenilir bilgiler elde etmek.
Konuştuğumuz bütün iklimbilimciler, iklim değişikliği ölçümlerinin ya da tahminlerinin doğru biçimde yapılabilmesi için okyanusların önemine dikkat çekiyorlar. Bu yüzden Kiel’deki Leibniz Deniz Bilimleri Enstitüsü gibi kurumların sahip olduğu araştırma gemileri çok önemli.  Bilim adamaları bu gemiler yardımıyla hem derin okyanus sularının sıcaklığını ölçüyorlar hem de bu sularda yaşayan canlıları sürekli gözlüyorlar. Dünyaca ünlü bir Oceanolgy uzmanı; yani okyanus-bilimci olan Profesör Mojib Latif’in okyanuslar hakkında yürüttüğü araştırmaların önemli bir bölümü de denizlerde ve okyanuslardaki canlıların yaşamlarının incelenmesini kapsıyor. Bunun için deniz araştırmaları merkezinin alt katında mini bir akvaryum oluşturulmuş.
Burada, okyanuslardan kuzey denizi ya da Akdeniz balıklarına kadar farklı canlı türleri üzerinde araştırmalar yapılıyor. Değişen su sıcaklıklarının ve iklim değişikliğinin bu canlılar üzerindeki etkileri inceleniyor. Bazıları nadir bulunan bu balık türlerinin yaşadığı değişimler yakından takip ediliyor akvaryumun en çok ilgi gören sakinleri arasında bu denizatları da var. Doğada erkeklerinin hamile kalıp doğum yaptığı tek canlı türü olan denizatları deniz biyologlarıyla deniz jeologlarının ortaklaşa incelediği türlerden biri durumunda. akvaryumun dışına taşan havuzlarına sık sık hava Almanya çıkan ve Antartika’nın soğuk sularından gelen bu foklarsa okyanus akıntılarıyla ilgili araştırmaların baş aktörleri arasındalar.
Marotzke: Şurası bir gerçek ki, okyanusları gözlemlemek atmosferi gözlemlemekten çok daha zor. şu anda, okyanusların ilk iki bin metresi için bir gözlem ağı kurabildik. Kiel’deki merkez de bu ağın önemli bir parçası. Sistem 2002 yılından beri işliyor ve pek de fena değil. Ama uzun vadeli tahminler yapmak için büyük önem taşıyan daha derin sularda da ölçüm yapmamız şart. Ancak, ne yazık ki, buralarda çok az ölçüm yapabiliyoruz. Bu derinlikte bütün dünyayı kapsayan bir sistemimiz yok. Bir takım teknolojik gelişmeler var, bu da şu anda 2000 metreye kadar ölçüm yapan cihazların yakında ortalama beş bin metre derindeki okyanus zemininde ölçüm yapabileceği anlamına geliyor. Şu anki gözlem sistemimizdeki en büyük boşluk, okyanusun 2000 metreyi aşan derinliklerini göremiyor oluşumuz.

“Okyanuslar İklim Sisteminin Filleri Gibidir, Unutmazlar”

Anlaşılan okyanuslar hava koşullarını ve iklim değişikliklerini öngörmek için çok önemli. Bu önem nereden kaynaklanıyor, okyanusların rolü nedir, okyanus yüzeyindeki ve özellikle derinlerindeki sıcaklık ölçümleri neden bu kadar önemli” diye soruyorum, aldığım yanıt Mojib Latif ile benzer oluyor:
Marotzke: Okyanuslarla iklim sistemi arasındaki ilişki, bir makineyle volanı arasındaki ilişkiye benzer. Okyanuslar geç harekete geçer çünkü çok büyük bir su kütlesidir ve büyük bir ısı kapasitesi vardır, ama bir kez harekete geçtiğinde, yani bir kez ısınmaya başladığında o ısıyı çok uzun bir süre saklar. Yani okyanuslar iklim sisteminin filleri gibidir, unutmazlar. Öte yandan okyanusun bu kadar uzun süreli bir hafızaya sahip olması bizim daha uzun vadeli tahminler yapmamızı mümkün kılar. Atmosferin hafızası iki haftalıktır. Atmosferi gözlemleyerek iki haftadan daha uzun süreli tahminler yapamazsınız. Bunu uzun süredir biliyoruz. ama okyanusun hafızası çok güçlü olduğu için, okyanusun bugünkü durumunu bilirsek, birkaç yıllık tahminler yapabiliriz. Çünkü okyanus hafızasını hemen silemez, bugünkü durumu yıllarca hafızasında saklar. Bu durum önümüze hem bir zorluk çıkarır, çünkü okyanusta ölçümler yapmamız gerekir; hem de bize bir fırsat sunar, çünkü okyanusların durumunu bilirsek geleceğe dair pek çok şey söyleyebiliriz. Isıyı tutma kapasitesi açısından bakarsak okyanusun yüzeye en yakın iki metrelik kısmı, atmosferin tamamıyla aynı miktarda ısı saklayabilir. Oysa okyanusun derinliği beş bin metredir. Bu açıdan bakarsak, okyanuslar, atmosferin sakladığının iki bin katı kadar ısı saklayabilir. Okyanusun hafızasını bu kadar güçlü kılan da budur.
Konu ilginç geliyor, biraz daha açmak istiyorum: “Peki, ama okyanus hangi durumlarda soğur? yani okyanusun soğumasına neden olabilecek şeyler nelerdir?”
Marotzke: Bölgesel olarak baktığımızda bu konuda bir fikrimiz var. Örneğin, büyük okyanus’un tropikal bölgesini ele alırsanız, bu bölgenin batısı her zaman sıcaktır, doğu bölgesi, yani Peru açıklarıysa normalde soğuktur, çünkü derinden soğuk su gelir. Bazen dipten gelen bu soğuk su akımı güçlenir ve okyanusun bu kısmı bir süreliğine daha soğuk olur. Bazen bu akım zayıflar ve okyanusun ekvator çevresindeki kesimi daha sıcak olur. Okyanusun daha sıcak olduğu bu dönemlerde “El Ninyo” dediğimiz olgu meydana gelir. Bu, altı ay ile bir yıl arasında değişen bir sürede olur. Ayrıca daha geniş alanlarda, okyanus, kuvvetli rüzgârlar yüzünden de soğuyabilir. Kuvvetli rüzgârlar buharlaşmayı artırır, buharlaşma suyun soğumasına neden olur ve bu olay devamlılık gösterirse, okyanus bu soğuk dönemin izlerini de çok uzun bir süre taşıyacaktır. Muhtemelen son birkaç yıldır olan buydu. Özellikle, büyük okyanus yüzeyindeki sular oldukça soğuk. Bunun nedenini tam olarak anlayabilmiş değiliz, bu soğumayı gözlemliyoruz. Büyük okyanus güney ve kuzey yarım küredeki yüksek enlemlerde görece soğuk olduğu için atmosfer de soğuyor.Küresel ısınmanın aynı hızda devam etmemesinin nedeni de bu, küresel ısınmanın duraklama dönemine girmesi de bundan kaynaklanıyor.

“Bu Soğuk Dönem, Küresel Isınmanın Bir Sonraki 10 Yılda İki Kat Daha Hızlı Olacağı Anlamına Geliyor“

Latif’e sorduğum soruyu Marotzke’ye de yöneltiyorum: “Küresel ısınmanın bir duraklama dönemine girmesi iyi haber mi, yoksa kötü haber mi, kaybettiklerimizi yerine koymak için bize zaman kazandırabilir mi, yoksa kötü mü olacak? Ne düşünüyorsunuz?”
Marotzke: Ne yazık ki bize pek zaman kazandırmayacak çünkü bu görece soğuk dönemler normal, daha önce de yaşandı, 1990'larda yaşandı, 1980'lerde yaşandı, ama bu soğuk dönem aynı zamanda bir sonraki on yılda küresel ısınmanın iki kat hızlı olacağı anlamına geliyor. Çünkü bu doğal dalgalanma içinde ısınma safhasına geçildiğinde, bu doğal ısınma insan etkisiyle ortaya çıkan küresel ısınmayı güçlendiriyor ve küresel ısınma hızlanıyor. Bu yüzden bu ne iyi ne de kötü bir haber. Ama bir açıdan kötü haber olduğunu söyleyebiliriz, ama bu bilimsel değil, siyasi bir yaklaşım. Bu kötü bir durum çünkü küresel ısınmayı inkâr edenler, "küresel ısınma diye bir şey yok, iklimbilimcilerin ve siyasetçilerin uydurması", diyecekler. Bu kişiler bu sıcaklık artışlarındaki duraklamayı duyunca bu olayın tam anlamıyla üzerine atladılar ve bunu "küresel ısınma yoktur" iddiasına mazeret olarak kullanmaya başladılar. Bu ifadeler insanları yanlış yönlendiriyor, tamamen yanlış, ama bunları sürekli duyuyoruz. Bu açıdan bakınca, insanların küresel ısınmaya karşı etkili önlemler alması açısından bakarsak, bu soğuma iklim değişikliğini inkâr edenlerin oynadığı rol yüzünden siyasi tartışmaları zorlaştırıyor. Ama bilimsel açıdan bakarsak bunu olduğu gibi kabul etmemiz gerekir.

Küresel Isınmanın Üstesinden Gelmek İçin...

Okyanuslar, gezegenimizin iklim sistemi için çok önemli. Dünyanın yüzde 75’inden fazlasını kapsayan bu dev su kütleleri yeryüzündeki ısının bir kısmını üzerlerine çekip küresel ısınmayı yavaşlatıyorlar. Bunlar, aynı zamanda karbondioksit gibi sera gazlarını da alıyorlar. Kısacası, okyanuslar olmasaydı şu anda yaşadığımız küresel ısınma çok daha fazla olurdu. ancak, bizler, küresel ısınmaya karşı gerekli önlemleri almazsak, bir süre sonra okyanuslar da zarar görmeye başlayacak. Okyanuslar ısıyı emmeye devam ederlerse buzlar daha çok eriyecek ve deniz seviyesi yükselecek. Ayrıca, okyanus daha çok karbondioksiti almak zorunda kalırsa sulardaki asit oranı artabilir. Bu da su altındaki yaşamın zarar görmesi demek. Bunun için ne yapıp edip küresel ısınmayı önce yavaşlatmak sonra da durdurmak için acil tedbirler almak gerekiyor.
Mojib Latif ve Jochem Marotzke’ye son olarak şu soruyu soruyorum: “Küresel ısınmanın üstesinden gelmek için neler yapılmalı; insanlara ne mesaj göndermek istersiniz?”
Latif: Mesajım şu: Hala küresel ısınmayı belirli bir seviyede tutabiliriz ve bu ısınmanın yeryüzündeki hayata ve insanların yaşamasıza olanak verecek bir seviyede kalmasını sağlayabiliriz. Önümüzdeki 10-20 yıl içinde karbon temelli teknolojiyi, yani petrolle, kömürle çalışan santralleri ve benzer teknolojileri yenilenebilir enerji kaynaklarıyla değiştirmemiz gerek. Bunun mümkün olduğunu biliyoruz, mesela güneş enerjisini kullanarak çöllerde enerji üretebiliriz, rüzgâr gücünü kullanabiliriz, yerkabuğunun derinlerinden gelen jeotermal enerjiyi kullanabiliriz, pek çok imkân var. Bence bunu anlayabilir ve hemen harekete geçersek bizi çok güzel bir gelecek bekliyor.
Marotzke: Bence, günlük hayatta yapabileceğimiz şeyler var, bizim burada kuzeydoğu Avrupa’da yapabileceğimiz şeylerden biri, etkili bir ısı yalıtımı sağlamak. Batı ve kuzey Avrupa’da en fazla enerji tüketimine neden olan şey ısınma. Eğer evlerimizin ısı yalıtımı iyi olursa enerji tüketimimiz önemli ölçüde azalır. Tabii yazın havanın sıcak olduğu yerlerde klima kullanılıyorsa aynı şey geçerli. Eğer eviniz iyi yalıtılırsa soğutma için daha az enerji harcarsınız. Bir başka unsur da ulaşım. Toplu taşıma özel araçlardan çok daha efektif.

SON SÖZ

Avrupalı iklimbilimcilerle konuşunca ortaya şöyle bir resim çıkıyor. Bu soğuklar küresel ısınmanın yerini almayacak. Yani, insanoğlunun yarattığı küresel ısınma aynen devam ediyor. Bu soğuklar sadece 10 ya da 20 yıl sürecek bir ara dönem; bir mola o kadar. Burada asıl önemli olan dünyadaki herkesin küresel ısınmaya karşı bir an önce harekete geçmesi.