8 Haziran 2012 Cuma

Enerji Verimliliğinin İklim Değişikliğiyle Mücadeledeki Rolü


Atmosferdeki sera gazı emisyonlarının yüzde 77’si, petrol, kömür, doğal gaz gibi fosil yakıtların yanmasıyla oluşur. Günümüzde, başlıca sera gazlarından olan karbondioksitin atmosferdeki miktarı, doğanın kabul edebileceği miktardan çok daha hızlı artmaktadır. Bunun sonucunda, yeryüzünün ortalama sıcaklığı geçtiğimiz yüzyıl içinde 0,7 °C artmıştır. Enerji üretiminde ve tüketimindeki tüm süreçlerde açığa çıkan emisyonlar, iklim değişikliğinin en önemli nedenidir. Buna ek olarak kömür ve doğal gaz gibi yakıtların kullanımı, sera gazlarının yanı sıra azot oksitler ve sülfür oksitler gibi zehirli gazlar açığa çıkarmakta, bu gazlar asit yağmuru gibi birçok sağlık ve çevre sorununa neden olmaktadır.

Enerji ihtiyacını, dolayısıyla emisyonları azaltmanın en ekonomik ve etkin yolu enerji verimliliğidir. 2010-2030 yılları arasında; ulaşım, binalar ve sanayide verimlilik sağlanması ve yeni teknolojilere yönelik 8,3 trilyon
dolarlık yatırımın gerçekleşmesi durumunda; aynı dönemde küresel ölçekte 8,6 trilyon dolar tasarruf edilebilecektir.

Başka bir deyişle, verimlilik için yapılan yatırım kendi kendini karşılamaktadır. İklim değişikliğiyle mücadelede vazgeçilmez öneme sahip olan enerji verimliliği, artan enerji ihtiyacı için doğal kaynakların tahribini önlemenin yanı sıra ekonomik açıdan da kârlıdır.

WWF-Türkiye tarafından yayınlanan ‘İklim Çözümleri 2050: Türkiye Vizyonu’ adlı raporda da belirtildiği üzere, 2020-2025 yılları itibariyle nüfus ve kalkınma düzeyi artarken, enerji verimliliği sayesinde tahmini talep yılda yüzde 39 oranında azaltılabilir. Enerji verimliliği ve düşük karbon ekonomisine uygun enerji türleri kullanılarak bir yandan kalkınma ve refah seviyesinin artması sağlanırken, diğer yandan yoğunluğu düşük ve fosil kaynaklı olmayan enerji biçimlerinin yaygınlaştırılması mümkün olabilir.
Enerji arzında güvenliğin sağlanmasında, yüzde 73’ler seviyesinde olan dışa
bağımlılık oranı ve bundan kaynaklanan risklerin azaltılmasında ve iklim değişikliğiyle mücadelede etkinliğin artırılmasında, enerjinin üretiminden kullanımına kadar tüm süreçte verimliliğin sağlanması, israfın önlenmesi ve enerji yoğunluğunun azaltılması büyük bir önem taşımaktadır.

Sürdürülebilirlik penceresinden baktığımızda, enerji tüketimindeki artış en aza indirilirken, refah seviyesinin yükseltilmesi düşük karbon ekonomisiyle mümkündür. Enerji yoğunluğunu azaltırken, ekonomik büyümeyi dengelemek ve enerji tüketimini azaltmak, hükümet politikalarında önceliklendirilmelidir. Karbon yoğunluğunun düşürülmesini hedefleyen politikalar yerel, ulusal ve küresel ölçekte benimsenmelidir.
Avrupa Birliği (AB) için enerji verimliliği, enerji ve iklim politikasının en önemli bileşenlerindendir. Ekonomik gelişim sağlanırken enerjinin azaltılmasının mümkün olabileceği artık bir teori değildir. Örneğin, AB ülkeleri için potansiyel önlemler ve mevcut teknolojiler verimli bir şekilde uygulandığında, yıllık en az yüzde üç enerji üretkenliği sağlanabilir. Aynı şekilde AB’de enerji tüketiminde yüzde 20-30 düzeyinde kazanım herhangi bir ekonomik maliyet olmaksızın sağlanabilir. Bu durum artan petrol fiyatlarıyla karşılaştırıldığında ekonomik kazanım olarak da yorumlanabilir. AB’nin, 2008 Aralık’ta yenilediği ve kısaca 20/20/20 olarak açıkladığı iklim ve enerji ile ilgili hedefleri; 2020’ye kadar, 1990 rakamlarına göre, yüzde 20 sera gazı emisyonu azaltımı, enerji verimliliğinde yüzde 20 artış ve enerji kullanımında yenilenebilir enerjilerin payının yüzde 20’ye çıkarılması şeklindedir. AB’de enerji sektöründe 2020’de yıllık değeri 60 milyar Euro olan ve Almanya ve Finlandiya’nın enerji tüketimine eş değer olan yüzde 20 oranında enerji tasarrufu sağlanması beklenmektedir. Böylece, enerji verimliliğini artırarak enerji güvenliği sağlanacak ve emisyon azaltım taahhüdünün yarısına ulaşılacaktır.

Hiç yorum yok: